Öne Çıkan Yayın

Çocuklarıma öğütler...

Karşısındakinde gördüğün suç, sendeki suçun cinsindendir. Önce o huyu kendi tabiatından atman gerek. Sendeki çirkin huy, sana onda göründü. ...

30 Kasım 2014 Pazar

Oy, oy, oy!

Dahası var mı?
Kalmadı mı başka düzenbazlığın...
Ne kadar alçaltın kendini ey müsvedde insan
Ayağına dolandı mı sonunda yalan...

Herkes aptal, bir tek sen akıllı?
Ustası neyse, işte sende çırağı
Asaleti terk ettin, temizi de kirlettin
Dokundukça pisledin, esasa intikal etmedin

Sizde vücut bulmuş bir "ulu"
Toplamda aşiretin bu mu?
Ona buna sayı sayıklar durursun,
Kıyamet nicelikte kopacak, huzursuzsun...

Gelene ağam gidene paşam,
Sana da "vereceğim",
Adı şeref fuhuşu, ama dur unuttu
Huy... Aç gözünü aşiret, satar seni bu...

Sümbülzade Vehbi Efendiyi dinlemeli. Der ki
herkese vermektesin, bir de bana versene, avuç avuç altını, olsun kulun saduman:)

Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Zulmüne, zeval gelecek, biliyorum
Ne kadar zavallısın, artık üzülmüyorum
Günün geldi,  seni içimdeki Hakka teslim ediyorum...

Öğretim Üyesi testi

1. Bir öğretim üyesinin birinci görevi nedir?

A: Bilim üretmek     B: Dedikodu üretmek C: Avcılık   D: Biatcılık E: Jurnalcilik

2. Sınıftan geçmenin yolu nedir?

A: Çok çalışmak     B: Hocaya kur yapmak   C: Rüşvetlemek (hediyecikler)

3. Dersin hocasını nasıl tanımlarsınız?

A: Adam gibi ders anlatıyor    B: Bizim dersin hocasının ismi neydi lan? C: Gelmiyor ki

4. Araştırma Görevlisi kimdir?

A: Dersi hocası yerine anlatan     B: Aday hoca  C: Silik adam D: Asan kesen E: Hiç

5. Öğretim üyesi melek midir?

A: Tabiki evet   B: Tabiki hayır

6. Öğretim üyesi sözü ne demektir?

A.: Namustur         B: Başka bir şey vermeye benzemez  C: Tutulmayacak şey

7. Bir öğretim üyesi diğer öğretim üyesinin nesidir?

A: Meslektaşı   B: Maşası   C: Halefi   D: Selefi

8. Öğretim üyesi yalan söyler mi?

A: Asla, o bir melek    B: Ara sıra   C: Devamlı

9. Öğrencisi hocasını neden sever?

A: Okumaya zorladığı için  B: Bol not   C: Köprü meselesi

10. İyi hoca nasıl belli olur?

A: Notundan   B: Kokusundan  C: Sonrasından

11. Bir öğretim üyesi espri yapar mı?

A: Kesinlikle hayır     B: Kesinlikle evet  C: Yaptığını zanneder

12. Bulunduğu yerde makam için ruhunu satan öğretim üyesi var mıdır?

A: Kesinlikle evet  B: Kesinlikle hayır  C: Ruh ne ki lan?

13. Şeytan en çok kimi sever?

A: Seni B: Beni C: Onu

14. Öğretim üyesi memur kafalı mıdır?

A: Asla katılmıyorum B: Kesinlikle katılıyorum  C: Memur az kalır

15. Yüksek-lisans, doktora aşamasında kıble neresidir?

A: Danışman B: Diğer Hocalar  C: Jüri üyeleri D: Müdür-Dekan

16. Yardımcı doçentlikte kıble neresidir?

A: Müdür-Dekan B: Danışman C: Diğer Hocalar D: Jüri üyeleri

17. Doçent adaylığı sürecinde kıble neresidir?

A: Dekan-Müdür B: Danışman  C: Jüri Üyeleri D: Siyasetçiler E: Rektör

18: Profesörlük dosyası aşamasında kıble neresidir?

A: Dekan-müdür  B: Danışman  C: Rektör D: Jüri üyeleri

19. Jüri de görev alan öğretim üyesine hamili yakınımdır telefonu gelir mi?

A: Bizim ülkede bu olmaz B: Kesinlikle evet

20. Kendisine telefon gelen jüri üyesi hamili yakınımdır telefonu gelemeyen adayın hakkını yer mi?

 A: Ne biçim ülke lan burası, asla B: Üye benim tuzum kuru değil der ve yer  C: menfaate göre değişir

21. Öğretim üyesi açılan kadro ilanına oğluyla birlikte ondan daha başarılı bir aday başvurursa kimi alır?

A: Oğlunu  B: Diğer adayı

22. Öğretim üyesi cübbesinin düğmesini ne zaman ilikler?

A: Her zaman  B: Hiçbir zaman

merak etmeyin sadece espri yapıyoruz:)

Eski beyin

Bilinçaltınız sizden daha akıllıdır. Ya da en azından daha güçlü. Bir çalışmada insanlara karmaşık bir resim gösterildi. Bir gruptan düşünmeden resimle ilgili izlenimlerini söylemeleri istendi. Katılımcılar resimdeki sorunu kolaylıkla bulabildiler. Diğer gruptan ise düşünerek yanıtlamaları istendi. Sonuç; sıfır. Resimdeki hatalı kısmı saatler geçmesine rağmen bulamadılar.

Yani yeni bir şeyler öğrenmek ya da çılgınca bir şeyler yapmak beyninizin gelişmesine yardımcı olur. Ayrıca sizden daha zeki olan ya da daha bilgili insanlarla konuşmak beyniniz üzerinde olumlu etki bırakır.

Zihinsel işler beyini yormaz. Araştırmalara göre bu zihinsel işler ne kadar zor olursa olsun ya da ne kadar uzun sürerse sürsün beyni besleyen damarlardaki kan akışının sabit kaldığı ölçüldü. Buna karşın tüm gün çalışan bir insandan alınan kanda yüksek oranda yorgunluk toksini bulundu. Böylece bilim insanları beyninin yorulduğu kanısının insanın ruhsal durumundan kaynaklandığı bulundu (Kaynak: Fizikist).

20 Kasım 2014 Perşembe

Random mania

Şu gerçekten var olmayan "rastgele seçim" in sonu felaket olabilir mi?

İddiam şu. Hani bilimsel bilgi olması için vazgeçilmez bir rastgele seçim dayatması var ya. Sorun çözmekten daha çok problem çıkarıyor gibi meret. Amaç doğruyu bulmak ise (kime, neye, mekana, koşula göre değişebilir işte ahlaktan yoksunluk kırıntıları) o zaman bulduğunu sanmak bilim sayılıyor.

Vesselam, şöyle gireyim konuya.

Hani beğenmediğimiz önceki çağlar, kabileler var, her kabileninde muhakkak bir medicine man/woman bilgesi var. Farazi birşey ama dışarıdan geldik, bilgeyi tanımıyor ama bir müzmin hastalığa deva arıyoruz. Kabilede 1000 kişi var. Rastgele örnekleme dedik (kolaycılığın daniskası) ve hastalığın ilacını bilirler diyerek sorduk. Bilge değiller ki tam bilsinler (hem bilge tüm bilgisini herkese öğretirse bilgeliği kalmaz maazallah). Dolayısıyla 1 kişinin , bilgenin haricinde herkesin bildiği bilginin ufacık kırıntısı, toplasan toplasan 1 bile etmiyor. Herkesin herşeyi bilmesi sanısı ne büyük bir ikilem.

Rastgele seçtin, diyelim ki şans eseri bilge de içinde yer aldı. 100 kişiden doksan dokuzu ot diyor, yeşil diyor, sarmaşık diyor, bir kişi ise at boku. Ya tabii. Şimdi at boku "outlier, exterme değer, varyans dışı" oldu değil mi? 99 un sayısal büyüsüne kapılıp gittin devanı sarmaşıkta aradın ademoğlu. Esas şimdi sen mi yedin acaba boku?

diye sordum

ve beni önemseyip de gelen yorumlar

Hocam pazartesi gecesi saat bir buçuk gibi anthony hopkins in rol aldığı içgüdü diye bir film var. Filmi izlemediyseniz izlemenizi tavsiye ediyorum. Ben izlediğimde bizim çalışmalarda büyük sorunun gerçekten ortamdan uzakta olunması olduğunu, bunu ortadan kaldırmak için de bizzat ortam içerisinde gözlemin tek yol olabileceğini düşündüm.

şimdi dün takmadığımız Cronbach alphalar bizi bir tırmalamasın...  ben de bu sıralar Aamir Khan filmlerine sardım. Hindistan'a gidelim mi?

Çare, Paul K. Feyerabend
Anarşist Bilgi Kuramı yahut Kuramsal Çoğulculuk:
Tek bir Yönteme Hayır - Yöntem Değil Yöntemler.

Bence ne derseniz deyin,gerceklik ve doğruluk, yaşadığından ibarettir çünkü günümüz koşulları o kadar cok alternatifler sunuyor ki bizlere şu an doğru dediğimiz şey Dünyanın her hangi bir yerinde şu anda yanlış olarak degerlendirilebilyordur,çünkü toplumun yasadigi Coğrafya ve Sosyo Kültürel Yaşam ve Toplumun Yaşam alışkanlıkları bunu belirliyor..



27 Ekim 2014 Pazartesi

Bilimin farksızlık <(H0) hipotezi nedir?

Düşünün. O kadar yanlış anlaşılan yerlere göklere sığdırılamayan ve her nedense hep 0.05 in tercih edildiği kutsal kavram "p" değerini. Yani sonuçlarınız istatistiki olarak 0.05 in altında olursa bulduğunuz şeyin doğru olduğu safsatası. Sonuca ne kadar çabuk atlamaya meraklıyız bilim insanları. Oysa 100'ün içinde tam 100 sayı var (kesirleri saymıyorum bile) . Bu kadar (en az 100) formulasyonu denemeden 0.05 i kesin doğru kabul etmek. Pek kafam yatmadı.

Aslında bulduğunuz sonuçta %5 ihtimal "hata" var diyor. Yani bir ilaç yapıyorsunuz, 100 hayatı kurtaracak diyorsunuz ama aslında 5'ini öldürüyor.

Eğer temel hipotez "bilim hayat kurtarır" ise bunun farksızlık hipotezini "bilimin hayat kurtarmayla ilgisi yoktur" diye mi kuracağız.

Hayatın içinde farksızlık/etkisizlik diye bir
şey var mı? Hayatın içinde olmayan neden bilimin içinde, hem de fildişi kulede?

Evet, bilim insanı karara varıyor. Ancak çoğu zaman eksik bilgiyle doğru karara vardığını zannediyor. Hadi bakalım yukarıdaki resimde hayat kurtarmanın ihtimali ne?

O zaman mevcut düzende alanında makaleyi ya sen ilk yazmalı ya da en son yazan sen olmalısın.

6 Ekim 2014 Pazartesi

Menüde muhakkak bulunsun: Profesör yiyin:)

Beyinsel enerjiyle ilgili bir beslenme sorunumuz var gibi...

Bilmek iyidir kişiye güç verir. Fakat bildiğini bilmemek sonradan ağızda hafif kekremsi tat bırakabilir. Meşhur laf gereği bilmek için çok okumak-yaşamak-gezmek mi yoksa yemek mi gerekir?

Bazen birçoğumuzun yeni okuduğu bir şeyi ""aa ben bunu biliyorum ya da bende böyle düşünüyordum" dediği olmuştur. Ya da, önceden hiç düşünmeden bir soruya cevap vermişliğimiz. Haytalıkç. Ortaokuldayım. Hocanın bir tanesi Atatürk Nutku toplam kaç saatte okumuştur diye sormuştu. Bende bir sayı söyledim (Türkçesi attım). Tuttu ve sonrasında arkadaşlara baya hava attım:)

İlk defa duyduğu bir şeyi önceden bildiğini iddia etmek sanırım abesle iştigal bir durum diyorsunuz. Hani bir nevi kendini beğenmişlik, şans, sosyopati filan. Peki ya gerçekten tüm bilgi içerdeyse, kişinin kendisindeyse? Yani bellek bir nesil önceden aktarılıyorsa, doluysa ama kişi ne bildiğini bilmiyorsa?

Genetik bilginin bir sonraki nesile aktarımı sanırım mümkün. Yoksa ormanda aniden ayıyla karşılaşan her kişi neden aynı hareketi yapmaz:) Kaçan, kaçmayan, altına kaçıran (kokuyla ayıyı korkutacak belki de), ölü taklidi yapan, ağaca tırmanan, ayıya yumruk atan... say sayabilirsen olası insansı tepkileri (zavallı ayı, aslında en iyi tepkiyi o veriyor).

Gerçi çevreme baktığımda değil dört milyarlık 1 yıllık standart, ortak bir bilinç dahi görmekte zorlandığım günler oluyor ama, kalıtım sadece fiziksel görünümde değil, bilgi-bellek yönünde de olabilir.

Bu konuda yapılmış sonucunda "eee canım yine mi fareler, ne olmuş?" diyeceğimiz çok sayıda çalışma var.

1960'lı yıllarının ortalarında Houston (Texas), Baylor Üniversitesinde farmakolog olan Prof. Georges Ungar ilginç bir seri deneme yapmış. Fanus içerisine kapatılan beyaz bir fare, belirli aralıklarla fanusun üzerindeki bir gonkla rahatsız edilmekte. Fakat fare alışmaya yatkın bir hayvandır. Günler ve haftalarca devam eden bu gonk sesine belirli bir süre sonra alışmaya başlamış. Bu şekilde alıştırılmış yüzlerce fare­nin beyni dondurularak saklanmış ve içerisinde alışmayı sağlayan maddenin birikip birikmediği gözlemlenmiş.

Vallahi adam biriktiğini bulmuş, neyse gelelim deneylerin sonrasına.

Fareler doğuştan gelen bir özellikle ışıktan kaçarlar. Küçük bir kafesin içerisinde birbirine geçişti iki bölme yapılmış; bölmenin biri karartılmış, diğeri aydınlık tutulmuş. Karanlık bölmedeki besin maddelerinin bulunduğu yere elektrik telleri döşenmiş ve zayıf akım verilmiş. Bir zaman sonra fareler, doğal yapılarına aykırı olmakla beraber aydınlık bölmede kalmayı tercih etmeye başlamışlardır. UNGAR'a göre "karanlıktan korkma maddesi"nin RNA şeklinde beyinde bağlanmış olması gerekmektedir. Nitekim eğitilmiş farelerin beyinlerinden izole edilen RNA eğitilmemiş farelere enjekte edildiğinde, tüm fareler önceden eğitilmiş gibi, yani karanlık böl­mede elektrik akımının varlığından haberdarmış gibi davranmaya başlamışlar. Bu deneme ile kuşkuya meydan vermeyecek şekilde, çok özel bir durum için oluşan bellek, kimyasal olarak bir canlıdan diğer canlıya nakledilmiştir.

Şimdi gelelim esas meseleye.

Hani Amerika'lılar, İngilizler, Fransızlar, Almanlar... bizden güya akıllı ve bu yüzden çok ileriler ya.

Acaba diyorum, bunlar genetik bilgiyi-belleği aktarma konusunda bir yol mu buldular.

Eğer bunun çaresi yetişmiş (kendini yetiştirmiş) bir beyinden parçalar alıp diğerine nakletmekse hani diyorum her gün mağara adamı yiyeceğimize, ya da koyun beynine, koç testisine sulanacağımıza, biraz menümüze profesör katsak, acaba daha bilgili-bellekli olur muyuz?

Bu arada aklıma geldi, en çok porno sitesi ziyaret edenler listesinde üst sıradaymışız ya. Uçkura düşkünlük ve acaba bu zamanında yediğimiz koç, boğa (t)aşşakları arasında bir ilgi olabilir mi?

Ya da müzmin "uysallığımız": Kelle-paça mı acaba?

Genelde hazmı çok zor şeyler (rüşvet felan) yenildiği için acaba kan midede yoğunlaşıp beyne mi ulaşamıyor yoksa?

Neyse yiyeceğimiz bu beyin

Baktığında berrak gören, dinlediğinde duyan, konuşmasında doğru, davranışlarında saygılı, işlerinde ciddi, kazancı gördüğünde adaleti düşünenlerden olursa tam ağızlara layık olur.

Eğer böyle bir beyin yersek, kadınların düğmeleri neden solda, atlara neden soldan binilir, atletler neden saatin tersine koşar gibi dünyayı değiştirecek sorulara millet olarak cevap bulabiliriz.



1 Ekim 2014 Çarşamba

Bende satılık araba yok: Lütfen başka kapıya

Arabam...
Üzerime kayıtlı tek envanterim.
Şöyle bir düşünüyorumda. Yıllardır beraberiz. Meğer ne çok birbirimize benzermişiz. 
  • Olduğu gibi görünür bizimkisi. Dışı gibi içi de pak, rahatlatıcı, güvenilir, dostunu asla yarı yolda koymayan cinsten. Hiç havalı, hırslı değil, kasvetsiz. Çizgisi, duruşu her daim dimdik.  Bu zamanda böye araba bulmak zor.
Bizimkisi dört vites, çok çabuk hızlanır, yol alır.
  • 1. vites  inanılmaz adaletli, merhametli. Sıkmadan ve bağırtmadan, sakin. Allah'ım bu vitesten olmayanlarada ver, Yarabbi. 
  • 2. vites duyarlı, saygılı, yardımsever. Hemen üçe geç demiyor. Haddini biiyor. Nasıl sürersen sür alırım ben yükü diyor.
  • 3. Vites: Sevecen, heyecanlı yağ gibi akıyor.
  • 4. vites, vizyoner ucu hafif kaçık, hem nalına hem mıhına çakıyor.  
Şahsiyetime düşkün olduğum gibi o da özünü hiç değiştirmedi. Yaban ellerde hep "05" kaldı.
  • Dönmedi, o kadar uğraşıldı ama dönmedi. Ne laflar, aşağılamalar, tekmeler, çarpmalar yedi ama bildiğinden asla dönmedi. Yavrumu kötülediler. Bundan araba olmaz dediler. Biz ne arabalar gördük, eski bu, modern değil dediler. Ama, diyenler dediklerini yaladılar. Kısa zamanda arabalarını değiştirip hep başka yeni arabaya bindiler. İnsan arabasını bu kadar kolay satmamalı. 
  • Ne zaman nerede duracağını çok iyi bildi arabam. Aile terbiyesini şakadan değil harbiden görmüş. Çizgilere saygılı, asla ileriye gitmedi. Ama ne zaman dengesizler çıkıp hatalı sollama yaptılar, bizimki tufaya gelmedi.
  • Yolda sıkıştırmaya, şeritten atıp uçuruma itmeye kalkan çok oldu. Ama bilmezler benim küyehlanda mangal gibi "2000" yürek var. Toz yutturdu aşağılıklara, kendi hayatına kastedenlere. Ne garip tesadüf, bende doktorayı 2000 de almıştım.
  • İçine yabancının katılmasına asla izin vermez bizimkisi. Sadece kendine dost olacaklarla  arası iyidir. Ucuz, kalitesiz "MALLARA" asla bakmadı. Tükürdü, onları dışarı attı. "Çıkma" parçalarla işi olmadı. Hep orjinal kaldı.
  • Bizimkinin başarı hikayesi çoktur. Ne formulalar kazanmıştı. Bu diğer arabaları çatlatır göbeğinden. Karatmak, gözden düşürmek için ne dedikodular. İnanamazsın. İnsan bu kadar bayağılaşabilir, şeref yoksunluğuna düşebilir mi, şaşarsın.
  • Dayanıklıdır. Eee. Mersedes bu... Motor çelikten, bir milyona km ye kadar bana mısın demez, maşşallah küheylanıma.
  • İkimizin de ustası tekdir. Başkasına asla elletmeyiz:)  Ne tesadüf! Benim de onun da ustasının adı Ali. 
  • Böyle makam manyağı, kim olduğunu unutan şahısları nedense hemen tanır bizimki. Atar geri vitese, sizlerle benim işim olmaz diye.
  • Kaputu çok ama çok sağlamdır. Her yağmura, sele, felakete dayanır evvelallah. Nasıl, nerede yapıldığı belli olmayan yeni yetmeler gibi incecik, çıplak, şöyle dokununca parmağa zıp-zıp zevki veren oyuncaklar gibi değil.
  • İçi çok geniştir bizimkinin. Herşeyi doldurursun da yağdanlık, yanar döner, fırıldak gibi şeylere alerjisi vardır.  Hele sol arka antika yolcu kapısı. Görmenizi isterim. Ne zaman bir fırıldak gelse asabiyeti tutar da birden kilitleniverir. Güldürür beni, çünkü hiç şaşmaz tespiti.
  • Kimleri taşımadıki sırtında. Ne çukurlar, tümsekler ne virajlar atlattık küheylana beraber. Çıkmadı mübarek, raydan hiç çıkmadı. 
  • İtiraf edeyim. Şaşırdı birkaç kez. İçine aldığı yolcunun birinde çok fena yanıldı. Kahroldu. İlk defa onu motorundan yağ sızarken gördüm. Sarkan civatalarını iyice sıktım.  

  • Ona bir defa kötülük yaptım. Uydum şeytana. Gaz taktım, iyisinden. Kaldıramadı. Yakında söküp atacağım. Bir dönem bitecek,  inşallah eski günlerine geri dönecek.
  • Bazen Einsten, Einstein konuşur benimle. Bilge gibi. Eee uzun yolculuklara çok çıktık. Ondan herhalde. Derki: "2 adet sonsuzluk vardır: Evren ve insanın aptallığı. Birincisinin sonsuzluğundan pek emin değilim ama 2.cisinden kesin eminim".
  • Ağır abidir kendisi. Park ettiği yere başka arabalar pek kolay park edemez.
  • Üstüne asla toz kondurtmaz. Karalayamazsın. Hayat müşterektir der ama "ERKEK" kalmak müstakil.
  • Korkusuzdur diye bilirim ama bir korkusu var. O da insan ezmek.
  • Çok ama çok sabırlıdır. Freni yi tutar. Gram unutmaz. Göstergeleri iyi çalışır, ışığı kuvvetlidir, röntgen gibi açar görür karşıyı.
  • Aklı olan arabama bulaşmasın. Hem ön hem arka tampon darbelere dayanıklıdır, yanlarda çelik bar. Ama, onu birde çılgınken görün. Fiskesiyle yerinden eder insanı.
  • Bakıma hiç ihtiyaç duymaz. Nasıl göründüğünden emin ve mutludur o. Bu nedenle boş vaatlere kanıp hak etmediği ünvanlara dönüpte bakmaz. Süslere kanmaz.

Neyse uzun laf ettik. Her dönem çok çekicidir bizimkisi. 

Ne doktorlar, ne eczacılar, avukatlar, rektörler istedi! İşte bu nedenle vermedim onu.

20 Eylül 2014 Cumartesi

Ustalarından reçete: Sous vide les Mobinge


Hiç mobbing "Sous vide les Mobinge" yemedim demeyin, üzülürüm vallahi.

İşte "hayatın tadı, yeryüzündeki cennet, gençlik iksiri" olarak tanımlanan bu ürünün usta mobbingcilerinden bulduğum reçeteyi kullanımınıza sunuyorum.

Sakın yememezlik etmeyin, deneyin.

Ortalama bir mobbing reçetesi. 2 kişilik mobbing için standart liste aşağıda sunulmaktadır.

İhtiyaç listesi:

  • En az 2 çay kaşığı  meymenetsiz şerbeti
  • 1 ya da birkaç adet NARsist ekşisi
  • Bir düzine hain otu (yok diye üzülüp karaborsadan bulmaya kalkmayın etrafınızda fazlasıyla vardır)
  • En az  bir düzine (12-15 adet) sülük
  • 1 adet maşa (odundan olsun)
  • 8-10 adet ayrık otu
  • Bir düzine (benim altın oranım 14 adet) yavşan otu (halk arasında yavşak olarak da bilinir)
  • Rüzgar gülü (toksa en yakın marketten muadili fırdöndü)
  • İt otu bağa yaprağı
  • Bir düzüne köpek soğanı ve osuruk otu
  • Hançer otu 
  • Yılan otu
  • Edepsizlik tuzu
  • 20 gr tükürük otu (narbonense)
  • Bir çanak, 14 yalama kaşığı
  • Olmazsa olmaz 1 adet namus otu.

En az 12-14 kaşık sığacak, ortak kullanıma hazır bir çanağa (herkesin içine tükürdüğü çanak ta olabilir, hatta bu fevkalade kıvam artırır), hazzetmediğiniz namus otunu (ki namus otu buralarda genellikle hor görülür. Yüksek yerde yetişir. Bulunması zordur. Kolay eğilmediği, bükülmediği ve hep dik durduğu içinde sevilmez) tam ortaya gelecek şekilde yerleştiriniz.

Uyarı: Namus otuna asla asla kendi ellerinizle işlem yapmayınız. Aman dikkat!!! Onu çiğ yemeye kalkarsanız hazmedemezsiniz. Siz zaten mobbing sürecini başlattığınızda namus otu içinden içinden erir. Ancak, "Hak" suyunda yetişen namus otuna ne yapsanız da bükemezsiniz. O nedenle, uğraştığınız namus otu nereden önce ona dikkat ediniz!!! .

Neyse tarife geçelim...

2 kaşık meymenetsiz şerbetini sıcak kıvamda damlatınız. İyi meymenetsiz suratından bellidir. Gestapo gestapo bakar insana.  Sıcak kıvamda olması için meymenetsiz şerbetine "sen bir tanesin", "sen buraların şahısın", "beyisin", "amirisin" deyin ve vıcık vıcık olana kadar okşayın.

Önemli Not1: Mobbing yaparken maşa kullanmanızı tavsiye ederim, ki eliniz sakın yanmasın. Maşa bulamam diye üzülmeyin orada hemen hazırdır o. Beni al diye gözlerinizin içine bakar. Hatta bir ayağını diğerinin önüne getirip, yere ayağını sürüp, hafifte sağa-sola sallanıp  alasınız diye başını öne eğer.

Önemli Not2: Eğer mobbing sunacağınızı şöyle bir yerinden etmek, sallamak istiyorsanız ağızları sulandıracak, yeri göğü ben yarattım topraklarından gelme NARsist ekşisini muhakkak katmalısınız. Bizim buraların ki pek meşhur. İsteyene kargoyla gönderirim.

Önemli Not3: Mobbing'in yapıldığı yer önemlidir. Temiz bir yerde mobbing asla kıvama gelmez. Kirli olmalı, o yerde açıklar, alçaklıklar olmalı ki mobbing malzemesi birbirine yapışsın. Asla ayrılmasın.  İnsan dünyasından bir benzetme olacak ama. Mesela, mobbingcikerin birbirine göbekten bağlı olduğu, herkesin bir diğerinin açığını bilip tehdit edebildiği ortamlar gibi. Kısacası, bulursanız bataklıkta yapın bu işi.

Bir düzine hain otu yaprağını odun gövdesinden ayırın ince ince dilimleyip en narin yerlere girecek şekilde yağlayın. Hain otunu alırken dikkat edin. En makbulü tezekli bölgede yetişendir. Diğer yerde yetişenler sonradan yerken size de hainlik edip batabilir:)

Eğer mobbinginize renk gelsin istiyorsanız muhakkak sülük kullanmalısınız. Dikkat edin kanlı canlı olsun. Ara sıra sizin sülükleriniz kesme tahtasından kaçıp başkasının sülükleri olabilir. Bunu engellemek için sülüklerinizin ağzını ve kıçını lütfen doldurunuz. Ağırlaşınca hareket edemezler. Ya da üstünüzde gezdirin. En makbulü de bu zaten. Kendi sülüğünüzü yetiştirin. Taze taze kullanırsınız. En baş sülüğü diğerinden ayırmak için onu bir gecede doktor edin. Yetenek sizsiniz yarışmasına katılabilmesi için ona fotoğraf çekmeyi öğretin, hele bir de imza atmayı öğrenirse keyfiniz gıcır. İyi sülük zamanla yetişir. Ona kendi meziyetlerinizden katabilir, yapmaz direnirse ev halkını toplayıp şöyle güzel bir kovuşturma açabilirsiniz.

Köpek otunuz olmazsa mobbing asla olmaz. Başlamadan biter. Köpeklerinizin gürbüz olması için otlarınızı kendinize bağladıktan sonra muhakkak onlara her gün hain otundan damıtılma, edepsizlik otuyla birlikte harmanlanmış kendi tükürüğünüzle ballandırılmış fitneus öftelerinden yedirin. Yoksa maazallah kendi beslediğiniz köpekleriniz fitneusluktan aç kalıp bitap düşer. Köpek bu rahat durmaz. Beslemez isen ya kendini, ya diğer köpeği ya da sahibini ısırıverir.

Ayrık otu mobbing'in "püf" dür. Ayırmak meseledir. İnce ince dilip ayrık tohumlarınızı atmalısınız. Bilirsiniz ayrık, latince ismi nifakus, uygun ortamda hemen yeşerir, diğerlerine yaşam hakkı vermez. Ayrık otundan iyi sonuç almak için uçlarını iyi sivriltmelisiniz.:

Tecrübeyle sabit tavsiyem "Senin yerinde gözü var", "senin hakkında şunu dedi", "bak kardeşim bu adam gelirse başımıza kesin bizim rahatımızı kaçırır", " bu var ya bu para çalmış", "bu var ya bu sahtecilik yapmış", "ben aslında çok çalışkandım bu var ya bu beni engelledi", "üçgen bu, yok yok şimdi dörtgenmiş", "bunun yaptıkları film", "amiriyle kavga bile etmiş" bilumum bildiğiniz  duaları 7 şer defa okuyup ayrık otunu salarsanız yavşan otu kullanmaya gerek kalmadan yavşaklaşır. Kıvama, muhakkak gelir.

Bu arada söylemeyi unuttum. Çanağı ocağa yerleştirmeli ve iyi mobbing için harlı ateş kullanmalısınız. Maşanız her daim ortamı karıştırmaya hazır olmalıdır. Odun maşayı şiddetle tavsiye ederim. Özü odun olduğu için lezzet katar.

Kıvam tanısını koymak için mobbingten küçük bir kaşık alın. Tabağa koyum. Bu söyleyeceklerim iğrenç gelebilir ama işin önemli noktası. Tabağa aldığınız mobing parçasının yanı başına tükürün. İki rengi karşılaştırın. Mobingin rengi kendi tükürüğünüzün rengine benziyorsa usta gibi bu işi bitirdiniz. Yok benzemiyorsa biraz daha tükürük otu ekleyin. Hala tutturamadıysanız sülüklerinizi getirin, tükürdüğünüzü yalatın.

Artık tuttuğunu varsayıyorum. Şimdi sunuma geldi sıra. Size fırdöndü lazım. Hani en az bir düzüne demiştim ya. Onları alın. Kucağınıza oturtun. Hayal kurmayın, kucağınızdaki fırdöndü Angelika değil. Ona herşeyi yapamazsınız. Neyse!!! Tam oturtun ki kaçmasınlar. Kaçanlar zaten ellenmiş olduğundan başka kucakta yer bulamazlar.

Yalama kaşığına doldurduğunu küçük küçük mobinglerin ağızda tat bırakabilmesi için içine osuruk otu eklemelisiniz. Adı iğrenç gelebilir ama saldığı gaz insanı kendinden geçirir. Osuruk otu yiyen hülyalı hülyalı bakar karşıdakine. Gerçekle hayali karıştırır.

Mobbingin taşıyıcısı İTlerdir. O nedenle it otu bağa yaprağını hafif kaynatılmış köpek soğanı suyuna batırın ki itiniz tam İT olsun.

Önemli not4: İtinizin güneş görmediği için kördür. İt, içine ne kakıştırıldığını, dışarıdan nasıl göründüğünü çok umursamaz. İtiniz it olsun gözünüz aydın olsun.

Son hamle.

Kucağa sıkıca oturtuğunuz fırdöndünüzü iyice yağlayın ki dikleşsin. Kaşıktaki malzemeyi elinize alıp dikleşen fırdöndünün içine parmağınızla aniden sokuverin. Basur kontrolü gibi, birden. Lütfen yırtılmaması için serçe parmağınızı kullanın.

İt itleşmekten fırdöndü dönmekten kağıt gibi inceciktir zaten.

İşte bitti. Geri çekilin, seyredin.

Mobbinginiz tutmadıysa lütfen beni aramayın.

Kabul edin, usta değilmişim deyin
.

18 Eylül 2014 Perşembe

Son çırpınışlara öğütler


Düşer sanıp, çelme takma
Dönmez bilip, iftira atma
Bilmez deyip, adam satma
Gölgede kalıp, ganimet umma

Cüssesine bakıp, yiğit belleme
Sözüne bakıp umut eyleme
Dar yere sığınıp görmezden gelme
Yaptıktan sonra pişmanım keşke, keşke deme

Elini elinden, dilini dilinden, gözünü diğerinden koru ki
Sırtına kimse binmesin
İçine ettiğin fırsatlar
Sonradan vicdanını germesin

Gönül almak zor olmaz
Ancak şu var ki doğru duvar yıkılmaz
Gıybet, fesattan maya tutmaz
Kendini satandan adam olmaz

Başkasının ne elinden ne eteğinden öpmeyesin
Şahsiyetin olsun tek fenerin
Ekmeğinden etmeye yemin edenlere
Aman geçit vermeyesin

İhtiyaç duyma ona buna
Bereketlenirsin
El açma, yalvarma cehennem odununa
Vallahi lanetlenirsin.

Geliyor kaderin üstüne üstüne
Çabalasan çabalasan, sakal bıyık bıraksan da nafile
Yaptıklarından da yapmadıklarından da hesaba çekileceksin elbette
Ha bu gün, ha yarın derken kalmaz ahirete...

Korkunun ecele ne faydası var
Kaderde varsa, üzülmek neye yarar
Günahın kabardıkça daha çok batar
Sende kalamaz başka bahar




14 Eylül 2014 Pazar

Yanı başınızdaki sosyopat

Harvard Üniversitesi’nden psikolog Dr. Martha Stout, The Sociopath Nex Door (Yanı Başınızdaki Sosyopat) isimli  kitabında bir sosyopatı ele veren 10 işareti açıkladı.

 İnsanları etkileme ve kandırma konusunda kimse sosyopatın eline su dökemez; kolay kolay kimsenin inanmayacağı yalanları, allayıp pullayarak yutturmakta çok beceriklidirler.

Sosyopatların etki alanlarına girmemek, oyununa gelmemek, kısaca zarar vermelerine fırsat vermemek için bu kişileri anında teşhis etmek yaşamsal önem taşır.

Harvard Üniversitesi’nden psikolog Dr. Martha Stout, The Sociopath Nex Door (Yanı Başınızdaki Sosyopat) isimli kitabında dünya popülasyonunun % 4’ünün sosyopat olarak tanımlanabileceğini belirterek, bunlardan uzak durmanın önemine dikkat çekiyor.

Dr. Stout’a göre bir sosyopatı ele veren 10 işaret şöyle:

1) Genellikle karizmatiktirler; çevrelerinde çoğunlukla bir hayran kitlesi bulunur. Cinsel açıdan da çekici oldukları söylenebilir.

2) Sosyopatlar kararlarında ve davranışlarında spontandırlar; planlı, programlı yaşadıkları söylenemez. Sıradan insanlardan farklı olarak tuhaf karşılanabilecek davranışlarda bulunurlar. Normal sosyal ilişkileri kopuktur. Tehlikeli ve mantıksız eylemlerde bulunmaktan çekinmezler.

3) Utanma, suçluluk veya pişmanlık duymazlar. Aslında beyinlerinde bu duyguları işleyebilecek bir merkez yoktur; varsa bile bozuktur. Dolayısıyla en ufak bir vicdan azabı duymadan insanları kolayca kandırabilir, tehdit edebilir veya zarar verebilirler. Kendi çıkarları için başkalarına zarar vermekten çekinmezler. “Başarılı” bir sosyopatın bir ülkede üst düzey mevkilere rahatça yükselmesi bu yüzdendir.

4) Deneyimleri ile ilgili beklenmedik yalanlar icat etmekte çok ustadırlar. Olayları o kadar abartırlar ki bir noktadan sonra saçmalamaları kaçınılmaz hale gelir. Ancak çarpıtılmış gerçekleri bir öykünün arasına ustaca gizleyerek, saf ve iyi niyetli insanları yalanlarına kolayca kandırırlar.

5) İnsanlara hükmetmeye bayılırlar. Bedeli ne olursa olsun her tartışmada ve kavgada kazanan taraf olmak isterler.

6) Çoğu zekidir, ancak zekâlarını diğer insanları kandırmak için kullanırlar. Yüksek IQ’lu olanlar toplum için gerçek bir tehdit unsuru olabilirler. İşte bu nedenle yasalara yakalanmadan cinayet işleyebilen seri katillerin çoğu sosyopattır.

7) Sevme ve âşık olma yeteneğinden yoksundurlar. İstediklerini elde etmek için severmiş, empati duyarmış gibi yaparlar. Gerçek yaşamlarında kimseyi sevmezler.

8) Şiirsel bir dilleri vardır. Sözcükleri çok ustaca kullanırlar. İnsanları konuşmalarıyla kendilerine hayran bırakacak kadar iyi hatiptirler. Öykü anlatma ve şiir okumada ustadırlar.

9) Hiçbir zaman özür dilemezler. Yanlışlık yapmış olduklarına inanmazlar; suçluluk hissi duymazlar. Hatalı oldukları kanıtlanmış olsa bile özür dilemezler ve saldırılarına devam ederler.

10) Derin bir hayal âleminde yaşarlar.

Bütün bu özellikleri nedeniyle bir sosyopatla mantık çerçevesinde tartışılmaz. Tartışmaya girmek yalnızca zaman kaybına neden olur.

BİR SOSYOPATI AÇIĞA ÇIKARTMANIN YOLLARI

1) Sosyopatların ortaya attıkları hayal ürünü olayları çürütmek için ayrıntılarla ilgili bilgi sorun. Ayrıntıların ne kadarının gerçeklerle örtüştüğünü araştırın. Sorgulamaya başladığınız zaman ortaya bir dizi tutarsızlık çıkacaktır. Sosyopat olduğundan kuşku duyduğunuz kişiyi bu tutarsızlıklarla yüzleştirin ve davranışlarını izleyin. Normal bir insan verdiği bilgiler arasında tutarlılık sağlamaya çabalarken, sosyopatların pek çoğu sorgulanmayı hakaret olarak algılar, tepkileri öfke ve saldırganlık şeklinde ortaya çıkar.

2) Sosyopatın çevresindeki hayranları, genellikle yaratmış olduğu hayal ürünü olayları gerçekmiş gibi içselleştirme eğilimindedir. Sosyopat politikacıların çevresindeki “müritleri”, ustalarının ağzından çıkan her sözü doğrulamaya hazırdır. Örneğin milyonlarca işsize iş alanı yarattığını iddia eden politikacı, aslında bir işsizler ordusu yaratmış olsa bile, çevresindekiler işsizliğin azalmış olduğu yönünde beyanlarda bulunur. Dolayısıyla gerçekleri sosyopatın etki alanı dışındaki çevrede araştırmalısınız. Sosyopatın verdiği bilgilerle gerçekler uyuşmadığı zaman bir sosyopatla karşı karşıya olup olmadığınızı anlayabilirsiniz.

3) Sosyopatın karşısına yalanlarını ve sahtekârlıklarını ortaya koyan kanıtlarla çıktığınızda, sizi kendisine karşı komplo kurmakla suçluyorsa bilin ki karşınızdaki gerçek bir sosyopattır.

4) Bir sosyopatı ele veren en basit işaret, abartıya kaçmasıdır. Abartılarında ölçüyü o kadar kaçırır ki mantık devre dışı kalır. Bir sosyopatın dünyasında her açıklama gerçek yaşamda rastlanmayan insanüstü beceriler içerir; yaptıkları her şey bir kahramanlık destanıdır. Normal bir insan “Dün gece bir yankesici beni soymaya çalıştı. Çevredekiler imdadıma yetişti, soyulmaktan kurtuldum” derken, sosyopat “Dün gece 8-10 kişi üzerime saldırdı. Hepsini hastanelik ettim. Çevredekiler beni alkışladı” şeklinde bir öykü uydurur. Bu tür hikâyeleri anlatmaya başladığı anda ufak ufak kaçın.

5) Sosyopatların bir diğer özelliği de şöhret peşinde koşmalarıdır. Bu nedenle her olayda kendini öne çıkartan, medyada sesini duyurmak için her yolu deneyen kişileri sosyopat olarak değerlendirmeniz pek de yanlış olmaz.

http://www.e-psikiyatri.com/bir-sosyopati-ele-veren-10-isaret-45265

12 Eylül 2014 Cuma

İyiki varsın, yaşatırsın

Karadır gözleri, gece gibi, zindan gibi zifiri
Söylerken yalanı, oynar elleri, tikleri.
Anlamadım sanma, üç kuşa bir taş yetmez
Ismarlama gözyaşları, bıraktığın izleri silmez!

Üç can aldın, üç can, yaşattın cehennemi.
Sandın mı ki bugünlerin, hiç bitmeyeceğini!
Adam, olamadın, erkek kalamadın,
Dost bırakmadın, yoksa böyle yaşayacağını mı sandın?

Yaydın, yaydın da ne oldu? Dedikodu, fitne, fesat hepsi bu muydu?
Devranın dün son buldu, yaktın kendini, göremedin.
Esaret zindanda değil, fikirde olur
Aptalın teki kendine dengi elbette bulur.

Çık er meydanına, saklanmadan gizlenmeden
Görelim ne kadar çıplak aslında şu beden.
Aklın “seyyah” gibi gezerken,
Feryatlar birbirine karışırken, neredeydin, ne yiyordun sen?

Uzaklara gittin, gelmem diye
Hiç aklına gelmez mi, ölürüm diye?

Hayat senin de tersini gösterecek kadar uzunken.
Bilemedin kıymetini.
Kan izini silersin de, ya “hak” izini?
Çamuru atarsan, kirletmez misin ellerini?

Bir gün olacak, biliyorum
Gelene ağam, gidene paşam demiyorum.
Hoş bir seda olmak için
Yalansız yaşıyorum...

10 Eylül 2014 Çarşamba

Cahil olup mutlu yaşamak mı? Eveeet.

Sorun itaatsiz değil, itaatli oluşum.

 Dostoyevski "başkalarının zavallılığına bakıp kendi haline şükredenlerden tiksiniyorum" demiş, ne güzel özetlemiş. Sonrasında ise "bir toplumda hırsızlar, katiller, serseriler rahat dolaşıyor ve iş yapıyorlarsa o toplum ...(dilim varmıyor yazamıyorum)" diyerek nokta koymuş. Devrine mi bu güne mi  ışık tutmuş, bilinmez: "Bu devir, sıradan insanın en parlak zamanı; duygusuzluğun, bilgisizliğin, tembelliğin, yeteneksizliğin, hazıra konmak isteyen bir kuşağın devridir. Kimse bir şeyin üzerinde durup düşünmüyor, kendisine bir ülkü edinen pek az... Umutlu birisi çıkıp iki ağaç dikse herkes gülüyor: "Yahu, bu ağaç büyüyünceye kadar yaşayacak mısın sen?"

Umut için çok mu geç yoksa...

Cevap bekleyen kendi soru(n)larım:
Delalet ve gaflet içerisinde miyim?
Yoktur ama satılık  kalem (tükenmez tercihim) bulabilir miyim?
Köşe başlarında gözünü mevki hırsı bürümüş, ödün vererek bir yerlere gelme çabasında olan yeteneksiz, liyakatsiz bürokratlar varsa nasıl temas ederim?
Başkalarının sözcülüğüne soyunmuş iş adamları bulunabilir mi?
Kayıtsızlık içerisinde mezarımı kazanlara şak şak mı tutsam acaba?
Aymazlığımın sınırını kaldırabilir miyim?
Ahlak mı üstün din mi, ya da dinim varsa ahlaka ihtiyaç bitiyor mu?
Varlığımı koruma içgüdümü yitirdim mi?
Bu kadar olaya karşı uyanmayan, aymayan, geleceğini görmeyen benim başıma daha ne gelir?

(Müjde Ar'ın İstanbul nirede ağalar sorusuna bir kahve dolusu adamın İstanbul'u gösterme arzusu gözümün önünden geçiverdi birden:)

Hastayım. Bu hastalığımın adı, nedeni ne ola?  Salgın bir virüs galiba. Eee nede olsa mevsimi.  Girdimi vücuda aynen dünyadayken cenneti göstermeyi keşfeden Hasan Sabbah'ın formulü gibi. Dalan bir daha istiyor.

"Ignorance is bliss,
When iggnorance is bliss, tis folly to be wise" (Thomas Gray, 1742).

"Cehalet saadettir,
Cehalet mutluluk olduğunda, çılgınlık (aptallık?) erdemli olmaktır." Uyumsuzlar kitabındaki "cesurlar" topluluğunu andırıyor ama buna Ömer Seyfettin de kondurmuş, Matrix de de izleri var.

Kussrell' e göre sorunum "hep akıllılar kuşku içindeyken cahillerin (benim:) küstahça kendilerinden emin olmalarıdır." Yıllar öncesinde uyarmış ama ben mi dinleyeceğim. "Cahille (benimle:) girme münakaşaya; Ya Sinirini zıplatır(ım) Havaya , Ya da yazık olur Adabına  (Mevlana)". Canım severim ama almayayım.  Yakın tarihten başka bir uyarı "Cahil bir toplum, özgür bırakılıp kendine seçim hakkı verilse dahi, hiçbir zaman özgür bir seçim yapamaz. Sadece seçim yaptığını zanneder". Seçmek isteyen kim ulen, bırak Allahın'ı seversen.  Afrikadan bir başka ses: "Sevgili beyaz adam (yani ben:); doğarım siyahım, büyürüm siyahım, üşürüm siyahım, korkarım siyahım, hastalanırım siyahım ve ölürüm hala siyahım... Sen beyaz adam; doğarsın pembesin, büyürsün beyazsın, güneşlenirsin kızarırsın, üşürsün morarırsın, korkarsın sararırsın, hastalanırsın yeşilsin ve ölürsün grisin... Ve hala utanmadan bana renkli dersin.." Edepali ise: Cahil ile dost olma; İlim bilmez, irfan bilmez, Söz bilmez üzülürsün" diyor.Birinden girip diğerinde çıkıyor.

İngiliz milletinin diş sorunu var benim ise kulak.

Tınmıyorum vallahi.

Hastalığımı seviyorum ve onu her gün besliyorum.


8 Eylül 2014 Pazartesi

Flaş olmanın algoritması

Flaş olmak için atmadığımız takla yok gibi. Hadi farazi aleminden bir hikayede bizden.

Bir hikaye atın ortaya, meclislerde yer alsın. Ama öyle bir hikaye olsun ki, insanlar  umursamazlık etmesin. Tartışmak, cevap vermek için yanıp tutuşsun. Öyle bir hikaye olsun ki okuyan-duyan kendi durumuna şükretsin. Onaylamazsa başına kötü bir iş geleceğini zannetsin.

3 D kuralını uygulayın. Hikayeye cevap geldikçe, merak etmeyin illaki gelir, başka yere çekin (deflection), gerekiyorsa cevabınızı biraz geciktirin (delay) ve inkar edin (deny).

Diretin. Diretin. Diretin. Sert çocuğu oynayın.

Kurduğunuz yakın ilişkilerden, sizi destekleyenlerden bahsedin.Önce "onlar" deyin, sonra "bizler" deyin. Kayıpları baştan bulun ki oyunda vakti geldiğinde kendiliğinden silinsin.

Gerekiyorsa kur yapın, boş vaatlerde bulunun, karşındaki yığın bekler elbet bunu. Sokak dili tabiki yerini bulur.

"Merak etme aldanmak isteyen aldanır" denir ama Veysel'imize kulak verelim:

Aldanma cahilin kuru lafına
Kültürsüz insanın külü yalandır
Hükmetse dünyanın her tarafına
Arzusu hedefi yolu yalandır

Kar suyundan süzen çeşme göl olmaz
Gül dikende biter diken gül olmaz
Diz diz eden her sineğin bal'olmaz
Peteksiz arının balı yalandır.

Özdemir Asaf cevap verecek elbette.

Sana gitme demeyeceğim.
Üşüyorsu(a)n ceketimi al.
Günün en güzel saatleri bunlar.
Yanımda kal.

Sana gitme demeyeceğim.
Yine de sen bilirsin.
Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim,
İncinirsin.

Sana gitme demeyeceğim,
Ama gitme.
Adını gizleyeceğim
Sen de bilme.

Kısaca cam kendini ayna sanırsa, aldanır.

6 Eylül 2014 Cumartesi

Kendini unutma da uzmanlaşmak

Tanıyor musun kendini.
Ya sen, sandığın sen değilsen?
Ürker misin gerçekten,
Ya sen kendin değilsen?

İçini görmek ister misin?
Tanıdığın birinin...
Takamaz maskesini her sefer
Bir maske kullanıyorsa eğer...

Tanıdığın ben, ben değilsem
seni bende göremezsin...
Cihan bir araya gelse...
gölgene denk gelemezsin.

Eşitlik mi adalet mi
hangisi daha kıymetli...
Erdem, fedakarlık, dürüstlük
Yoksa bilgelikte mi?

Sen seni sende bulmazsan
Kendinde beni aramazsan
Affetmek kimin hakkı
Sen kendinsen, ben de sen değilsem...
.





Neden

Neden

öğretim üyesinin, hakimin, savcının, avukatın cübbesinin iliği, düğmesi ve cebi yoktur?
akşam namazında farz önce sonra sünnet kılınır?
çoğu çiftler başlarını sağa doğru çevirerek öpüşür:)?
ilk öğretmenlerimizin adı hiç unutulmaz?
bir ayak diğerinden daha büyüktür?
tatil günü daha erken kalkar insan?

Neden

bütün özgürlüğünü kısıtlayacağını bile bile çocuk yapar insan?
hakaret ve saldırıya övgü aldığımızdan daha fazla dikkat ederiz?
ilgi duyduğumuz her şey yuvarlak (dünya, güneş, ay...)?
3 kişi bir araya gelse gece muhabbeti muhakkak hayaletlere uzar?
bir anda canı tatlı ister insanın?

Neden

yorulduğunda insan ellerini dizlerine koyarak öne doğru eğilir?
biri çök deyince çoğumuz çöker?
biri yukarı bakınca diğerleri de bakar?
farklı tür kuşların uçma yüksekliği farklıdır?
posta için güvercin kullanılır?

Neden

tüm insanlığın temel ihtiyacı inanmaktır?
başkası bizi gıdıkladığında güleriz de, kendi kendimizi gıdıkladığımızda gülmeyiz?
biri esnediğinde neden diğeri de esner?
yaşlandıkça boyumuz kısalır?
tecavüzcüsüne aşık olur insan?

Neden

Burçlar 12?
Aylar 12?
Havariler 12?
İmamlar 12?
Yakub'un 12 oğlu?
Meryem'in 12 tacı?

Neden

Nuh'un gemisinde 40 hayvan, 40 insan?
Rüşd çağı aslında 40 mı?
öldükten 40 gün sonra mevlüt?
Kırkı çıkmadan çocuğu göstermemek?
Üzüm suyu 40 günde sirke?
39 değil 40 harami?














25 Ağustos 2014 Pazartesi

Cahil Cesareti: Dunning-Kruger Etkisi

Hep merak eder dururdum hafif olan neden çabuk yükselir (zavallı dolu buğdayın boynu niye bükük) diye. Meğer bilimsel bir açıklaması da varmış bu işin.

İş hayatında "kifayetsiz muhteris" diye adlandırdığımız, ne bilgi, ne tecrübe, ne de yöneticilik vasıfları yeterli; ancak üst yönetimin yetkilerle donattığı hırslı yöneticilerle mutlaka çalışacaksınız. Belki de hala çalışıyor ve üst yönetimin bunlara nasıl göz yumduğunu, bu kişilerin de nasıl böylesine kabul görüp de bu kadar yetkiyle donatıldıklarını merak ediyorsunuz. Dunning - Kruger Etkisi bilimsel ve akademik bir çalışma olarak yeterli bir açıklama olacaktır.*

Cornell Üniversitesi’nde 45 öğrenciye bir test yapılıyor. Öğrencilere çeşitli sorular yöneltilip, ardından öğrencilerden “testin sonucunda ne kadar başarılı olacaklarını tahmin etmeleri” isteniyor.**

En başarısızlar; -yani sadece yüzde 10 ve daha az doğru cevap verenler-, testin yüzde 60’ına doğru cevap verdiklerini; eğer iyi günlerinde olsalar idi yüzde 70’ine ulaşabileceklerini söylüyor.

Psikoloji bu bilinçsizliği, “kendi kendini değerlendirme yeteneksizliğine” bağlıyor.

Yani…

İşinde çok iyi olduğuna inanan “yetersiz”; kendini ve yaptıklarını övmekten; her işte öne çıkmaktan; haddi olmayan görevlere talip olmaktan en küçük bir rahatsızlık duymuyor. Aksine bunu bir “hak” biliyor!..

Cornell Üniversitesi’nden iki uzman psikolog; Justin Kruger ve David Dunning “Dunning-Kruger Etkisi” adıyla literatüre geçen ve 2000 yılında kendilerine Nobel Ödülü getiren teorileri bize yabancı değil:

Justin Kruger ve David Dunning’in teorileri özetle şunu diyor:

“Cehalet; gerçek bilginin aksine, bireyin kendine olan güvenini artırır!”

Yani:
- Niteliksiz insanlar ne ölçüde niteliksiz olduklarını fark edemezler.

Yani:
- Niteliksiz insanlar, niteliklerini abartma eğilimindedir.

Yani:
- Niteliksiz insanlar, gerçekten nitelikli insanların niteliklerini görüp anlamaktan acizdirler.

Peki…

ya Peter Prensibi: Her çalışan, iş ortamında yetersiz olduğu noktaya kadar yükselir, der. Bunun doğal sonucu olarak, yüksek makamlar daima yetersiz insanlar tarafından işgal edilir*. (pek inandırıcı değil mi desem)

Sonuçta, "kifayetsiz muhterisler" her zaman ve her yerde daha hızlı yükselecekler ve daha yukarılara çıkacaklardır. Yanılıyor muyum?  Mesela...


  • Çok gürültü patırtı eden, çok şey yapıyormuş havası estiren. 
  • Koridorlarda hızlı hızlı, düşünceli edayla yürüyen
  • Ne olursa olsun, hazırlıklıymış, olacakları önceden biliyormuş gibi davranan.
  • Üstlerine karşı son derece kibar; altındakilere (özellikle de en çok ihtiyaç duyduklarına) kötü muamele eden. 
  • Astlarına kimin üst olduğunu hatırlatmayı seven. 
  • İlk denemede başarılı olamazsa, başarısızlığının belgelerini yok etmeyi unutmayan. 
  • Talimatlarını Post-it ile, e-postayla veren böylece astlarıyla yüzleşmekten kaçan.
  •  Toplantılarda son sözü mutlaka o söyler, gerekirse başkasının sözünü tekrarlamak pahasına.
Var mı böyleleri iş yerinizde. Hadi canım ordan.


Bulundukları ortama külliyen zarar veren bu "kifayetsiz muhterisler"le mücadele etmenin tek yolu, biraz sabır ve en çok da bilgi ve tecrübe sahibi olmaktır.

*Alıntı: http://blog.milliyet.com.tr/dunning-kruger-etkisi/Blog/?BlogNo=229029
**Alıntı: Soner Yalçın, 15.08.2014

Bitmeyince bitmiyor

Onca olan bitenden sonra, başka bir ülkenin 10 yılda yaşayacaklarını bir günde yaşıyor olmamıza rağmen hala bitmiyoruz ya. Kendimize şaşırıp kalıyorum.

Sanırım bitemeyecek bir türüz. Neden mi? İşte nedeni:


  • Kırılmış sabunları biriktirip, birleştirip yeniden kullanan
  • Bitmiş şampuan şişesine su ekleyip, yeniden kullanan
  • Tükenmiş tükenmez kaleme, arkasından, önünden "hohlayıp" yeniden yazmasını sağlayan
  • İyice kısalmış kurşun kaleme mucit macitlik yapıp  fosforlu kalem arkalığı takarak kullanan
  • Bitmiş tüpü sallayan, yana yatıran
  • Kullanılmış çayı güneşte kurutup tekrar kullanan
  • Kayışı atmış motora lastik çorap takan
  • Köpük sabun kabına normal sıvı sabun koyup onu köpürten
  • Eskimiş pantolonu dizlerinden kesip, şorta dönüştürerek moda estiren
  • Gazete almadan başkasının gazetesine ilişip sonunda adamın elinden gazetesini alan
  • Diş macununa olmadık işlevler yükleyen
  • Dine davet için kedicik kullanan
  • Damacanayla aşk yaşayan
  • Hak aramak için yola çıkıp, hakkını unutan
  • Emniyet kemeri takmayan ama onun sesini kapatmanın yolunu bulan
  • Cinlik namına olmadık taklalar atan
  • Okumayan ama en okumuştan daha fazla konuşmaya hevesli olan
  • İki şeritli yola beş aracı yan yana sokan
  • Araba vizelerinde yangın tüpünü yandaki araçtan ödünç alan
  • Günlük kullandığı çorabın kirliliğini koklayarak anlayan
  • Arabasında hem ilk yardım çantası hemde çivili sopa taşıyan
  • Arabayı yol ve park varken kaldırıma bırakan
  • Kim o? sorusuna "ben" diyen
  • Zor yetiştiği halde doktor döven, öldüren
  • Her sıkıştıkça "Devlet" bize yardım etsin diyen
  • Nerelisin sorusunu icat edip bir de arkasından içinden mi diye soran
  • Son model bavula açılmasın diye ip saran
  • Rüşvetten sonra helallik isteyen
  • Sırtı kaşındığında duvarın köşesine hart-hurt süren
  • Din-ahlak derken porno sitesi ziyaretçiliğinde birinciliği hiçbir ülkeye kaptırmayan
  • Mayo yoksa illada beyaz donla denize giren
  • Sırada kaynak yapan
  • Kulak çöpü yoksa örgü şişi kullanan
  • Mercimekten köfte, bezelyeden antep fıstığı yapan
  • Kafasına kuş pislerse şans oyunu oynayan
  • Yer vermemek için uyuyor numarası yapan
  • Aynı denize hem işeyen hem o denizden balık tutup yiyebilen
  • Lokmanın sonuna ayranın son yudumunu denk getiren
  • Hiç fırçalamadığı dişini dişçiye giderken ayıp olmasın diye fırçalayan...

Bitmeden küllerden yeniden doğarız, sorun yok.








9 Ağustos 2014 Cumartesi

Oyun bitince şah da piyon da aynı kutuda!

Uysallıkla cevvallik arasında bir seçim yapmak zorunda mıyız? Centaur ya da Pan lar gibi yarı yarı olamaz mı bu iş? O zaman hangi yarı baş olacak sorunu karşısında şaşırabilir insan. Nereden geldi bu konu? Gerçekte her gün farklı şeyler yaşandığı gibi görünse de temelde her gün aynı. Ne olduğunu bilmemek... Çok sonradan anlıyor insan nedeni ve nasılı. 

Karşımda lisans sonrası eğitimine devam ettiğini düşünen adaylar var. Düşünen diyorum çünkü bana göre devam edemiyor, ediyormuş simulasyonunda. Ruh yok, enerji eksilerde. Kendiyle beraber gelecekteki işverenlerini, onun gevşekliğine katlanan ailesini ve de en önemlisi onun sözde uzmanlığından faydalanacak diğerlerini kandırıyor. Yook, kandırmıyor, özür dilerim. Eksik bilgi veriyor. Oyun bitince şah da piyon da aynı kutuya girer, diyor. Nasıl olsa suçlanacak daha büyük suçlular var. Eğitim sistemi iyi değildi, hocalar işlerini düzgün yapmıyordu filan...

Yüksek lisans diploman olsa ne olur? İki elinle bir işi düzeltemedikten sonra, olmasa ne olur! Siz "paper" yapmayı uzmanlık yolunun mihenk taşı olarak görmeye devam edin ki siz de sizden sonrakilere sadece "kağıttan ibaret" yüksek lisans yaptırın. Kağıttan kaplan gibi. 

Rezaletin ötesi ise yağdanlık. Düşünün, Alaaddin ve Cin karşılıklı oturmuş aynı lambayı elleriyle yağlıyor. Özür dilerim, lamba boş, içinden bir ...k çıkmaz ki! Dersine giren hocaya ilah muamelesi, dersine girmeyen hocaya Olimposun laneti. Bittiğinde, giren hocaya da yıllar sürecek serinkanlı sinkaf. 

Tez bitti kelimesine ise illet ötesi oluyorum. Tez bittiyse eğer o zaman sen bir tez öne süremedin birader.
Tez tamamlandığından başlar onun hayatı. Dış gebelik gibi çoğu tezler. Ömrü yok, yanlış yerde bitiyor. Pardon ekemedin ki bitsin. Nasıl başlasın ve yeşersin tez?

Bu gözler neler gördü. Yarıdan fazlası kopyala-yapıştırlar, danışmanın öğrenciyi tez savunmasında merhabaladığı tezler, mutfak yönetmeden şef olan şefler, incir reçeli damlayan tezler ve ünvanlar. Neler neler... 

Sonrasında da lütfen neden böyleyiz diye suçlu aramayın, bana hiç sormayın. Zaten bilmem, profesör hiç değilim. 

Olamadığınız bir şeyi olmuş göstermek için harcanan çabaya yazık. Kabullenmeyle başlıyor her terapi. Sadece kabullenmekle. Deneyin yeter, herkes her şey olamaz. Fıtrata ters.

16 Temmuz 2014 Çarşamba

Birinin vesilesi diğerinin bahanesi

İlginç olan konulardan biridir.

Bir şeyi çok isterseniz, istediğiniz bu şeyin olma olasılığı az istemeniz durumuna göre daha azdır.

Ne kadar değer verirseniz, kıymet görürse o kadar vefasız olan her şey gibi.

11 Temmuz 2014 Cuma

Her ve hiç, aslında devamlı ve asla

Her (devamlı) ve hiç (asla) arasında sıkışmış bir yaşam.

Ne kadar sık kullanıyoruz günlük dilde bu kadar mesafe kokan, sınır-kural koyan kelimeyi.

Devam etmek isterken durmayı seven bir muamma.


Her gün,
her zaman...
her yerde...
her nasılsa...
her daim...

Hiçbir zaman...
hiçbir yerde...
hiçbir şekilde...

2 Temmuz 2014 Çarşamba

Kıvrıl ama Kırılma

Memleketin meseleleri saymakla bitmez. Her babayiğidin harcı değildir ayakta kalmak. Her şey ve herkes kıvrılabilir ama kırılmaz. 24 saat uzundur ve gün genelde başladığı gibi bitmez buralarda.

Mangal gibi deli yürek var, üç kuruşa şeref yoksunluğuna düşmek de.  İptidailik, by-pass, adamcılık, partizanlık, yalakalık, güce-biat, işi yukarıdan bitirmek, araya adam sokmak yakalarda rozet iken, Meclisin müzelerden bile daha çok günlük ziyaretçisi olduğu  bu topraklarda kalıcı ilişkiler, sağlıklı sistemler inşa etmek biraz zordur.

Rüyalar sevilir ve hep rüyalardaki gibi bir yer hayal edilir. Nedense biri bizim için yapmalıdır diye beklenilir.

Kolektif olduğumuz iddia edilir ama özlü sözlerimiz buram buram bencillik kokar. "Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın".  "Ateş düştüğü yeri yakar", "doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar", "dere geçilirken at değiştirilmez", "kendi düşen ağlamaz" vb.

Sahne, şov öyle çok sevilir ki, sahnesi iyi olan, maskesini iyi kullanan prim alır.

Seçmeyi severiz. Pazarda, markette ve politik hayatta. Nifak ve ittifak arasında gider gelir birçoğu, anlamını bilmeden sonunu düşünmeden. Kurnaz olmak ile zeki olmak çok karışır buralarda.

Orta doğu değiliz deriz ama şehirler bunun aksini ispatlar. İşlenen cinayetler, tecavüzler, tacizler de gerçekte nereli olduğumuzu tasdik eder.

Acılara alışkındır buraları. Acıyla mücadelenin en kolay yolu çabuk unutmaktır. Unutur buraları, sadece unutur. Bir ömre sığmayacak olayları bir günde yaşar.

Çocuk vardır ülkemde ama ya çocukluk? Hak getire. Bir baltaya sap olmak erken başlar buralarda, o kadar erken ki, kamburlaşır tüm çocuklar.

Sistem düzeltmekten daha çok yamultur. Araç, amaç olmuş, alt üst olmuş,  amir memur, memur ise amir olmuştur. Evrak müdürün masasına fırlatılır, atılır. "Ben olmazsam sen bir hiçsin".

Üniversiteye kendileri değil genelde analar babalar kayıt ettirir çocuklarını. Sonrada uğramaz bile. Girdiğinden emin olur ama ya nasıl çıktığından?

"Ses çıkarma", "sen karışma", "daha yaşın küçük", "otur oturduğun yerde"yle başlayan eğitimin kelime anlamı da zaten eğmek, bükmektir buralarda. Tüm hayat boyunca devam eder. Ölünce de bitmez bu çile. Mezardakine de ceza çıkabilir buralarda.

Birçoğu anne karnındaki pozisyonla yatar geceleri. Neden ki? Belki de şefkat arar kin, kumpas, insan harcamanın, komplonun kol gezdiği bu topraklarda.

Oysaki kolay mı yetişir insan.

Kaybederse, nedenini zaten biliyordur. Hak, er ya da geç tecelli eder, insan ektiğini biçer.

Ama, zor kabul eder.

24 Haziran 2014 Salı

Hayatın akışına ters durumlar...

Hayatın normal bir akışı, doğanın esası, eşyanın bir tabiatı var değil mi?

Asıl olan eşyanın tabiatına, hayatın normal akışına ters olan durumların normale aykırı durumlar olarak algılanıp tepki verilmesi değil mi?

Peki veriliyor mu?

Kocaman hayır.

Ne oldu da böylesine ters durumları doğru algılamaya evrildik.

Ter dökmeden, emek harcamadan para, mevki vb kazanımlar. Normal!
Doktorasından sonra yıllardır kadro verilmeyen araştırma görevliliği. A normal!

Kopyadan mezuniyet. Normal!
Birinciliğin elden alınması. Anormal!

Derse kendi yerine başkasını sokmak. Normal!
Derse girdiği için ceza almak. Anormal!

Mevzuata aykırı uygulamalar. Normal!
Kırmızı ışıkta durmak. Anormal!

Üstünlerin hukuku. Normal!
Hukuğun üstünlüğü. Anormal!

Yaya kaldırımına park. Normal!
Kaldırımda yürümek. Anormal!

Araya birilerini sokarak unvan almak. Normal!
3 doçentlik eserle kalmak, atanmamak. Anormal!

İlgilenmeden yönetmek. Normal!
Adam gibi yönetmek. Anormal!

İhanet. Normal.
Sadakat anormal!

Diğerine tertip. Normal!
Düelloya davet. Anormal!

İntihal. Normal!
Kaynaksız eser  üretmek. Anormal!

Yolda yürürken kafana balkon düşmesi. Normal!
Eceliyle ölmek. Anormal!

Serseri kurşun. Normal!
Sapa sağlam görevden dönmek. Anormal!

Şişmanlayarak askerden yırtmak. Normal!
Vefa göstermeden terk etmek. Normal!
Buruşturup atmak. Normal!
Tükürdüğünü yalamak. Normal!
Hep kendini düşünmek. Normal!

Aman, kime ne?

Gayet normal!



20 Haziran 2014 Cuma

Cesaret

Hata yapmamak mümkün mü?
Hiç de kolay bir iş değil.
Peki, hatadan dönmek mümkün mü?
Varsa erdem, pek tabi ki.

Nasıl hatadan dönebilir insan?
Nefsinde en az bir mertebe ilerleyerek.
Hatada katkısının olduğunu görerek, kabul ederek.
Ancak böylece, kendini affedebilir insan.

İnat etsen, hep "ben ben" desen n'olcak?
Sonra göçer-konar gibi yaşayacak
Halini-vaktini bir gün gelecek kimse sormayacak
Yalnızlık seni sonsuz kuşatacak.

Kırdın, döktün de zafer mi kazandın?
Bak sonunda tek başına kaldın.
Uçmaz geçmez diyardaki
Diğerlerinin eline, ağzına baktın.

Sorarım sana, değdi mi?
Oysaki beklenen sadece bir adım cesaretti.
Hatadan dönmek erdemdi.
Ne oldu da dönmedin, dönemedin.








18 Haziran 2014 Çarşamba

Akıl fukara olunca fikir biraz ukala oluyor...

Sürekli düşünmek iyiye işaret değil.

Ancak, sorunlar kartopu gibi başlayıp çığa dönüşüyorsa, mızrak çuvala nasıl sığar? Doluya koysan almaz, boş ise dolmaz. Demek ki düşünmeden olmaz. Bir kısır döngü ki yüzyıl daha sürer.

İçinde bulunduğumuz turizm camiasında nitelik her alanda ciddi sorun. Hem eğitim ayağında hem de sektörün bizzat kendisinde.

Girdi kaliteli olursa çıktı da kaliteli olur. Boş laf gibi geliyor artık. Çünkü, girdi kaliteli gelse de ona şekil verecek "tezgahta" problem var. Girdinin niteliği de bozulur maazallah!

Ne tür unsurlar öğrencinin yeteneklerini daha iyi besler? 25 yaşında Genel Müdür olanların sıklaştığı bir dönem bu.  Daha yüksek maaş, yetki, sorumluluk, yükselme... Kalıcı değil ki hiçbiri! Yükseklerde rüzgarlar daha bir sert esiyorken, geri dönüşü yokken, bunların hiçbiri kalıcı değil iken, olgunlaşmadan nasıl idarecilik yapabilir insan?

İdareten idarecilik mi yoksa? Akıl fukara olunca fikir biraz ukala oluyor gibi, kusura bakmayın.

Daha önceden de işaret ettiğimiz bir husus mesleğin en öne çıkan yanının iletişim olduğu. İletemiyorsan yoksun işte. İletmek için "vurgulu, burgulu" konuşmaya ihtiyaç yok.


10 Haziran 2014 Salı

Alt-üst olmak korkusu



Meslektaşımdan sürekli duyar dururdum:


"Düzenim bozulur hayatım altüst olur diye endişe etme",

nereden bilebilirsin hayatının altının üstünden daha iyi olmayacağını? (Mevlana).


Çok yerinde ve yüzyıllar sonra bile gerçekliği ve geçerliğini koruyan bir ifade. Çoğu zaman başını kuma sokma davranışıyla eşdeğer yersiz bir endişe. Bekleyerek korunmuyor ki meret. Korunması gerekiyorsa o zaman mücadeleyi kesin gerektiriyor.


Yıllar önce bir derste izletilen bir videoda ormana dışarıdan bir müdahale olmadığında bir süre içinde ormanın boşluğu doldurduğunu, ancak müdahale edilmesiyle boşluk alanların boş kaldığını izlemiştim. Boşluk bırakılırsa doluyor zaten. Böyleyse mesele boş bırakmaya ya da boş vermeye, ancak o boşluktan tamamen vazgeçme durumunda karar vermeli insan. Bazen boşluk ya da hiçlik, dolu görünümlü boştan daha evla, mesela.


İyi de en güzel gün hangi gün?

Yaşadığın gün:)

3 Haziran 2014 Salı

Geleceği beklemek

Gelecek, seni bekletmeden gelecekse
Bekleme gelmeyecek!
Biliyor ki,
Geldiğine değmeyecek.

Peki... bekleyecek mi gelecek?
Belli ki, bekledikçe acı verecek.
Çabuk gelse de geç kalsa da , nasılsa üzecek!
Bekleme değmez, gelmeyecek.

Dünden farkı nedir bugünün?
Gelecekten bir günse
Geldi ve geçtiyse
Farkı var mıdır dünün, bugünün?

Görmeden beklemek,
Beklemenin en acısı.
Beklemeden bulmak ise,
Feleğin müzmin şakası.

Hazırlan rahatlamaya
Çekmeceleri boşaltmaya
Yeniden dolmasını istiyorsan eğer
Bıkmadan kainata kulak ver!



27 Mayıs 2014 Salı

Doğan görünümlü şahin...

Genel bir görüşe göre ademoğlu eksik-yetersiz olduğu alanı beyhude sözle doldurma çabasındadır. Yersen.  Kısaca bu görüş, en sık söylediğinin aslında tersidir insan der. Şöyle ki: Dinlersen zannedersin ki acayip "etik" timsali, adalete hassas. "Bu hiç etik değil" diyen bir ademoğlunun sık sık bu kelimeye sarılması bir nevi eksikliğin ifşası.

Kendisi gibi olmak bile zorken, neden başkası gibi olmaya çalışmak...  Hani 40 kere söylersen olur misali. Ama olmuyor. Eziklik duygusunun ortaya koyduğu bir yara ve topumun atlatamadığı sosyolojik bir travma bu. Bir türlü oturamayan karakter. Bir tür marjinal adam sendromu. Mevcut ve süregelen vaziyetinden memnun olamama durumu, müzmin memnuniyetsizlik. Gerçek benliği bulamama sorunu ve sonu ciddi psikolojik rahatsızlık. Kendini tepelerde sanan kişilik çevresinin kendiyle dalga geçtiğinden bile bi'haber.

Vatandaş, bilmiyor musun şurup içerek görünmez adam olunmuyor!

Olaylar karşısında en iyi tavrı takınmaya çalışmak, hatta zaman zaman daha az çekici gerçekleri 
gözardı etme eğilimi gösterme, bu sebeple insanlarda güven kaybı yaratma bir kişilik problemidir, insanı raydan çıkarır
Bilgileri ile gösteriş yapma; detaylara çok fazla önem verme, uzmanlık alanlarında gereksiz laf kalabalığı yapma; her şeyi bildiğini zannetme diğer raydan çıkarıcıdır. 
Diğer insanların kendi ilerlemesini yavaşlattığını ve hedeflerine ulaşmada ayak bağı olduğunu düşünme; örnek olarak yönetmeyi tercih ettiği için astlarının gelişimlerini ihmal etmenin adı bireysel katılımcı sendromudur.  
“Gerçek sevgi gösterme” ya da “dobra konuşma” bahanesi ile, bazen yardım etmeye çalışma gayretiyle bazen de kendini eğlendirmek için çevresindekileri sözel olarak taciz etmenin adı zorbalıktır
Hareketsizlik yolu ile kendi istediğini yaptırma; dolaylı olarak diğerlerini cezalandırma ya da kendi görüşünü ispatlamaya çalışma; alaycı söz ya da “espri” ile rahatsız edici yorumlarda bulunmanın adı pasif-agresifliktir. 
Başkalarının başarılarına karşı düşmanca tavır sergileme ya da önemsiz gibi göstermeye çalışma; kendi özel yetkinliklerinden dolayı takdir edilmediğini ve diğerlerinin tüm krediyi ve şansı topladığını düşünme bir alınganlıktır.
Başkaların onu sevmesine duyduğu ihtiyaç yüzünden kaygı hissetme, başkalarına benzemeye çalışma, kendini kurban etme, samimiyetsiz davranmanın adı yoldan çıkmadır
Kendini bir yere getiren ama sonra her gün geldiği yere onun sayesinde geldiğini, dolayısıyla "yetersizliğini" hatırlatan insanı istemez artık yanında bu insan. Ve başlar "etik", aslında "yitik" edebiyatına. 

Kendini üstün bilmekten, yani kibirden kaynaklan bir durum bu. Kibir her iyiliğe engel. İnsanın sürekli kendini haklı göstermesi, başkalarının kalbini kırması, gönlünü incitecek söz sarf etmesi bu kötü huyun en belirgin işaretidir.

Unutma
Görünmek kolay,
Olmak ise zordur.
Emek ister, zaman ister, sabır ister.
Dene bakalım bir kere
Erdemin varsa eğer...


22 Mayıs 2014 Perşembe

Dedikodu

Dedikodu 3 kişiye de zararlıdır.

Dinleyeni batırır...
Yapılanı süründürür...
Yapanı gözden düşürür...

10 Mayıs 2014 Cumartesi

Tüm mezunlara

Mezun oldum da "ne olacak" sanma
Çok şey, çok şey olacak
Artık büyüdün ki gölgen arkanda
Paso'ya da masala da elveda

Mesela...

Eylül geldiğinde anlayacaksın, mezuniyeti
O buruk lezzeti...
Mahcup adımlar geri götürecekler seni okula
Yerim burasıydı diyeceksin
Ancak, sen eski sen değilsin...

Hayra alamet olmayan bu vaziyetten
Derde düşeceksin
Ne oluyor bana
Nereye yelken açmalıyım acaba...

Duydukça ortak arkadaşlarından duymak istemediğin haberleri
Tez elden bir şeyler yapmalı diyeceksin
Hızla ayaklarının altından kayan kumdan
Sert dönüşler yapacaksın
Zıplamadan önce biraz batacaksın...

Unutma!
Aldın, aslında alman gerekeni
Kullandıysan zamanı lehine
Böylesine düşünmen neyine

On günahtan sakınıp
Üzmediysen, kırmadıysan
Dedikoduya kurban etmediysen, eğer
O arkadaşlık var ya, her şeye değer...

Farketmedin mi henüz?
Kırdın dümeni
Huzurla yol al
Bir gün anı olacak yarınlara
Yelkenler fora...



8 Mayıs 2014 Perşembe

Aldanışa Balıklama

Yaşamak, insancasına
Girdabından çıkarıp kafanı
Uzakları, yarınları görebilmek
Var olmak, insancasına
Zamanı düne ve yarına esir etmeden
Doğal ritmin büyüsünü yitirmeden
Devam etmek, insancasına
Ayrılmadan doğruluktan
Doğmak yeniden her sabaha
Yaraşırcasına
Kaçırmadan bakabilmek
Her yeni aldanışa...




6 Mayıs 2014 Salı

Mandıra Filozofu

Eleştirmenlik değil amaç ama bazı şeyler filmde gösterildiği kadar kolay değil aslında. Gerçekler ve hayatın öğrettikleri. Ana fikir korkmadan yaşamak bu hiç korkusuz olmak anlamında değil. İyilik yapmaktan korkar olmuş insanoğlu, genelinde. Çevresinden iyiliği esirgeyen insanın ihtiyaç duyduğunda  iyilik bulması biraz zor gibi.  Neden iyilikte cimrilik söz konusu. Saf bir çocuktan merhametsiz bir yetişkin çıkarmayı nasıl başarıyor insanoğlu. Sınırlarını zorlamak kulağa iyi gibi gelse de zorlamak yırtılmalarla neticeleniyor. Yırtılmadan sonra da yama tutmuyor. Bugün bir ablamız bir yerlerde okuduğu söze kafanın takılmaması mümkün değil gibi. Hani "sahibinden satılıktır" diye bir laf var ya. Sen neyin sahibisin ki? Aynen, Mandıra Filozofu gibi "arazinin sahibi" kim?

22 Nisan 2014 Salı

Mozart dinlemiyorum ama Türkiye`ye gelirse konserine mutlaka giderim...

Yakın zamanda bir ilimizde davet üzerine turizmde yeni yönetim modelleri üzerinde bir konuşma yapmaya hazırlanıyorum.


Amaç yeni (neden yeni) bir yönetim modeli geliştirerek (ki denemediğimiz ülke modeli sanırım kalmadı bir Türk modeli hariç) bir bölgenin belirlenen bir turizm ürününde ün sahibi (neden ünlensin her doğumda ölümün başlaması gibi) olması.


Çok değer verdiğim ve maalesef bulunduğu Fakülte'de küçük>büyükler tarafından bir türlü hazmedilemeyen ve yenice emekli olmuş bir büyüğüm derdi ki: (gerçi bu Aristo'ya atfedilen özlü sözlerdendir) Adaleti güçsüzler arzular ( Zayıf, daima adalet ve eşitlik ister, halbuki bunlar kuvvetlinin umurunda bile değildir).

Türk tipi yeni yönetim modeli nasıl olmalı. Hadi sesli düşünelim.

Fren olmalı, gaz pedalı olmalı, direksiyon olmalı, farlar olmalı, vites olmalı, dikiz aynası muhakkak bulunmalı. Hareket etmesi için aslında yakıt deposu olmazsa olmazı. Ancak bir de sürücü ve yolda levhalar bulunmalı. Açalım mı bunu biraz?


Türk tipi yönetim modeli için Türk tipi çalışanı iyice tanımak lazım ki, terzi elbiseyi iyi prova etsin.


2 ye 8 kuralı. Ben sekizi anlatıyorum 2 zaten az.


İddiaya göre her Millet için ayrılan katlarda zebaniler kapıda bulunurken, bizler için ayrılan da zebani yokmuş. Sormuşlar neden diye: Gerek yok denmiş nasıl olsa biri çıkmaya çalışsa diğeri onu içeri çeker.


Kendi elimizle yaptığımızı kendi elimizle yıkarız. Bin bir zahmetle kardan adam yapan ortalama biz bu kardan adamı tekmeyle aşağı indirmezse ne olayım! Ya da yeni atılmış bir betona ayak basmayan, ismini yazmayan sekizliklerden olamaz.


Beğenmez kendiden başka kimseyi eleştiriyi de kaldıramaz. Gazete, dergi vb mecmualardaki resimlere sakal bıyık yapması bu yüzdendir.


Aslında "pür" bireyseldir ama kollektivist görünmeyi sever. Ancak ortalama her biz her nedense yere grup olarak konmuş güvercinlerin üstüne üstüne koşmaktan alamaz kendini.


Planlamaya karşı kesin takıntılıdır hatta obsesif düzeyde telefon, doğal gaz, trafik ceza ve faturaları son gün gelmeden asla yatırmaz.


Kurallar bizler için değil diğerleri içindir. Otobüsten inerken ön kapıyı hala zorlarız sanırım. Kırmızı ışıkta durduğunuzda arkanızdan size bağırmıyorlarsa hala ülkemizde değilsiniz.


Paylaşmak ve mutlu etmek konusunda sanırım sınıfta kaldık. Ortalama her evli Türk bir gün bekar arkadaşına "sakın ha evlenme" diyecektir.


Yakında Guinness Rekorlar kitabında yer almaz sa namert olayım. İşte başlık "Tek abdestle kıvranarak 5 vakit namaz kılma rekoru". Olmaz olmaz demeyin.


Gizlemeyi de severiz ve nazar değmesin diye desenlerini beğenerek aldığımız mobilyaların üstüne el emeği-göz nuru örtü sereriz biz.


Riski öyle severiz ki tüp kaçıyor mu diye çakmakla, kibritle kontrol ederiz.


Tutumluluk konusunda tavan yapmış bir milletiz. Uzaktan kumandanın ambalajına lastik geçiririz biz.


İşinde iyi olanları hakaretle (pardon hararetle överiz). Lan şerefsizin oğlu ne güzel oynuyor!


Yaratıcıyızdır. Gazete kağıdından masa örtüsü, tuvalet kağıdı, cam silme bez, şapka... aklınıza ne gelirse.

Meydan okunmaya gelemeyiz. Demir çelik haddehanesinde çalışan bir isçilerden birisi sigarasını yakmak için 600 tonluk preslerin arasından emekleyerek geçip ve 2.450 santigrad derecedeki fırına ulaşmaya çalışabiliyorsa, en sonunda sigarasını yakıyorsa bilin ki bu işçi bizdendir.


Hepimiz nüfus kontrolüne gönülden inanır, destek veririz. O yüzden intihar etmek için kat be kat çıkanlara "atla atla" diyerek tempo tutarız.

"Mesela ve örneğini" aynı anda kullanan tek milletiz. Ayıyla karşılaştığında ayının burnuna yumruk atıyorsa bizdendir.

"Yangın yanıyor" a girmiyorum bile.

Atmayı çok severiz o nedenle "atıyorum mesela" dilimizde resmen plasenktir.

Yolda mutlu mesut yürürken kafanıza balkon düşmemişse ya siz ortalama biz değilsiniz ya da ülkemize henüz gelemediniz.

"Mozart dinlemiyorum ama Türkiye`ye gelirse konserine mutlaka giderim" diyen biri kesin katışıksız bizdendir. "Alpay (özür dilerim) arka ayağını burktu"yu ancak burada duyarsınız.

"Hıyar" en sevilen sebzedir ülkemde. Hıyarsız cacık olmayacağı gibi hıyarsız cümlede kale alınmaz.

Bir de acayip kötümserizdir. İşte kanıtı.

Büyük gazetelerimizin birinde yönetici semineri veren uzman Türklerin dünyada en kötümser milletlerden biri olduğunu iddia etmiş. Peşinden küçük bir test yapmış. Bitişik sözcüklerden oluşan aşağıdaki cümleyi birkaç saniyeliğine gösterip yöneticilerden okumalarını istemiş: "THEGODISNOWHERE" Katılımcıların hepsi bu cümleyi: "THE GOD IS NO WHERE" diye okumuş. Yani "Tanrı hiçbir yerde değildir" seklinde.

Uzman acı acı gülümsemiş... "Tam beklediğim gibi" diye mırıldanmis. Çok övmeyelim ama Batı ülkelerindeki seminerlerde katılımcılar bu cümleyi söyle okurlarmış: "THE GOD IS NOW HERE" Yani: "Tanrı şimdi burada".

Yanlış anlama konusunda her Türk uzmandır.

Bulunduğumuz her ortamda

efendi-ol-kurukahveci-hayt-huytDüşündüğümüz,

Söylemek istediğimiz,

Söylediğimizi sandığımız,

Söylediğimiz,

Karşımızdakinin duymak istediği,

Duyduğu,

Anlamak istediği,

Anladığını sandığı,

Anladığı...arasında muhakkak farklar vardır. Kısaca bizlerin birbirini yanlış anlaması için en az 9 ihtimal var.

"Hakkı Usta ve Oğulları" vardır ülkemde ama "Hakkı Usta ve Kızları" yoktur...

Ayrılarak büyürüz biz. O nedenle "Hakkı Usta ve Çırakları"na hiç rastlanmaz ülkemde..

Şimdi yardımcı olun bana.

Türk tipi yönetim için ne önereyim soranlara?









15 Nisan 2014 Salı

Simülasyon dünyasında gölgede kalan gerçekler

Önde öyle bir sahne...
Hem içindesin aynı zamanda bazen dışında
Replikler ve roller dağıtılmış
Oyna deniyor,
"Dur"a ise tepki dur.

Gerçekle ilişkini kesmek için sahnede
Semptomlar hayal ürünü dahi olsa da
Çürüğe ayırıyorsun kendini
Ya hasta olduğuna inanıyor ya da işe yaramaz

Gerçeğin üstü öyle bir örtülüyor ki
Anaforda yönünü şaşırıyorsun

Sahip olunmayanı sahipmiş gibi yapmak oyunun adı
"Miş" gibi yapmak değil kast edilen
Olmayanı, olduğuna inanıp oldurmak
Baksana alınan-satılan mal hizmet değil
Bariz imaj ve zevk

İçini boşaltarak değerlerin
Sahte meta haline getirmek çok mümkün

Sahte gerçeği içine hapsettiyse eğer
Bizim işimiz zor be birader.


13 Nisan 2014 Pazar

Edutainment (education + entertainment)






Sınır olmadan öğrenmek
Dersi yıllar sonra da hatırlayabilmek
Konuların gerçek hayatta uygulandığını görmek
Ama en güzeli, birbirimizden öğrenmek
Ve de yıllar sonra resme bakıp kendinle dalga geçebilmek

Eğlence işin başı
Bir ayarı muhakkak olmalı
Konuyu öğrenmekten daha çok tarzı yakalamak ise amaç
Her birinin ayrı mükemmel tarzına
Hayran kalmamak ne mümkün
İsterdim ki gönülden
Olsaydı daha çok zaman
Şekillenmekte son aşama
Gitmesin sakın yabana.

10 Nisan 2014 Perşembe

Özlü sözler...

Bugün bir Radyo kanalının gündeminde olan bir konuyu çok geç kalarak dinleyebildim. İnsanımızın yaratıcılığı takdire şayan. Diyor ki:

Madem biliyorsun totonun huyunu
Niye içiyorsun o zaman turşunun suyunu:)

6 Nisan 2014 Pazar

Temizlilk kirlilik olmadan var olamaz...

"Kirlenmek güzel şey" ironisiyle bir şekilde kirlenmeyi özendirmeyi ya da değer saydığımız her bir katı kanunun içinin boşaltılması nasıl gerçekleşmektedir? Çözümlenmesi zor bir paradoks bu zıtlık ya da ikililik. İki kutup. İnananlara karşı inanmayanlar. Onlara karşı bizler. Peki düşünenlere karşı düşünmeyenler mi var? Ya da umursayanlara karşı umursamayanlar. İnsan doğduğu günden itibaren mi umursamayanlar grubunda? Yoksa bir yerden sonra mı devşiriyor. Devşirme nasıl gerçekleşiyor? En çok merak ettiğim konulardan biri bu. İnsan nerede, ne zaman, neden ve nasıl kendini devşiriyor.  Dün Aydın'ın bir mahallesindeyim. Binlerce motosiklet. Çoğunun plakasız olması dikkat çekici. Akşam saat sekiz ve yaklaşık 2 düzinenin üstünde açık kahvehane. Tıka basa dolu. Deniz olsa sanki kordon boyu. Tam bir orta doğulu görünümü evler, sokakta başıboş bir yaşam. Ama akıyor. Dilde ağır küfürler. Sanırsın hemen kavga çıkacak. Arkadaş tekin yerler değil buralar diyor. Çevre mahalleliler bu mahalleden halı sahaya gelen takımların maçlarını seyretmeye ellerinde çekirdek geliyor, diyor. Çünkü her maç sonrası karakolda bitiyor. Ama yinede aynı takımlar maça tekrar geliyor. Peki ne zaman buralar sana bana devşiriyor ve nasıl?

1 Nisan 2014 Salı

Homo Homini Lupus

Biri diğerini yerken kuytuda kıs kıs gülmek
Sanki sana hiç sıra gelmeyecek.
Bence teyakkuzda beklemen gerek
Çünkü sıran değişmeyecek...

Büyük olma uğruna boşu yeğleme
Kolayca ayrılabiliyorsun madem, birleşme
Medet umuyorsan diğerinden
Ne farkın kaldı gölgenden

Hep bir "bizden korksunlar" efsanesi
Yumurta topuklu zamane efesi
Gördüğü göreceği iki dirhem bir çekirdek
Kibrin alemi bitirecek

Döndü, dönecek
Durdurun, inecek
Öyleyse namert sofrasına gelmeyecek
Sonra kendine nasıl mert diyecek

İnsan beşer kuldur, bazen şaşar
Korkak bezirganlarda ne kar ne zarar
Oysaki sadece iade-i itibar
Meraklanma bir yerde muhakkak Halik var


28 Mart 2014 Cuma

Dünyaya tam geldik eksik gitmeyelim...


Belletmek değil, "öğretmek" zor bir süreç.
Bilmeden öğretmek ise mümkün değil (ama bilmemeyi öğretebilirsin:) 
Peki bilmesine rağmen öğretebiliyor mu insan?
Kim kime ne öğretecek? 
Yolculuk nereye?
Bütünden parçaya mı?
Parçadan bütüne mi?
Parçaların toplamı bütünden daha büyük değil miydi?
Oysaki onlar zaten "tam".
Mesele, içerideki "tam"dan "parçayı" çıkarmada.
Ne kadar istekliler öğrenmeye
Dersi değil canım, "öğrenmeyi" öğrenmeye
Yeter ki doğru düğmeye bas.
Eksikleri "bilmemek" değil
Fırsat verilmemesi
"Neden" sorusuna "neden" bazıları bu kadar çok kızar.
Çünkü "neden" bilgisizliği ortaya koyar
Oysaki hayatın tamamıdır "neden"
Kör inanç değil ki istenen
Öğrenmenizin üzerindeki ipoteği sorgulayın
Kendinizden de başkasından da korkmayın
Merak ekin ki, bilgi biçesiniz.
Muhakkak bir gün siz de öğreteceksiniz.

25 Mart 2014 Salı

Bir yerden başlamak gerek...

Önce kendini iyi tanı
Ve kendini yönet
Sonra diğerlerini tanımaya çalış
Diğerleriyle uzlaş.

Birçoğumuz son satırı maalesef "yönet" olarak okuyor. Ne kadar hazin. Oysaki yönetmek bir uzlaşma sanatı.

16 Mart 2014 Pazar

Neden 7

Neden "7" aylık doğanın "8" aylığa göre yaşama şansı daha yüksek?
Neden Mevlana'nın 7 öğüdü var?
Neden gök 7 katman?
Neden bir kağıt parçası en fazla 7 ye katlanabilir?
Neden 7 kıta var?
Neden 7 bölgemiz var?
Neden kafatasımda 7 kemik?
Neden 7 çakra (Hz. Ali: "Ey insan sende ne alemler gizlidir" der)?
Neden 7 renk?
Neden 7 gün?
Neden 7 uyuyanlar?
Neden tüm dinlerde 7 büyük günah?
Neden dünyanın 7 harikası?
Neden 7 hayati organ (beyin, akciğer, kalp,  karaciğer, mide, böbrek, bağırsak)?
Neden Hürmüz'e 7 koca?
Neden 7 göbek?

Neden do, re, mi, fa, sol, la, si, do?

Şerefle bitirilmesi gereken en önemli görev nedir, tabi ki Hayat.


Pazarlama: Nereye kadar?

Pazarlama sanki "Sihirli Değnek", "Dünyayı Kurtaran Adam".

Beyler, bayanlar. Lütfen unutmayalım. Pazarlama bir yere kadar. Reklam, tanıtım vb çabalar müşteriyi mağazanıza kadar getirebilir; ancak, bundan sonra işin tamamen ürünün, çalışanın ve mağazanın maharetine kaldığını unutmayalım. Kısaca Satış ve Pazarlama Departmanları, Pazarlama ve Satış şeklinde değiştirilene kadar çok yol kat etmek lazım!!!

3 Mart 2014 Pazartesi

Hareketsizlik çok ama çok maliyetli...

Çocukların sağlıklı gelişimi açısından fiziksel aktivite gereklidir: Sağlıklı bir çocuk fiziksel etkinliklerden yoksun bırakılır ve yeterli hareket etmesi engellenirse, psikomotor gelişmesi zarara uğrar ve buna bağlı olarak okuldaki başarı oranı düşer. Bu konuda bilinen örneklerden birisi, Fransa’da yapılan bir çalışmayla ilgilidir. Paris yakınlarındaki Vanve kentinde yapılan ve bu bölgenin adıyla anılan bir araştırmada ilköğretim sınıfı öğrencileri iki gruba ayrılmış ve bir grup öğrencinin kuramsal ders saatleri azaltılırken diğerlerinin ders sayısı aynen korunmuştur. Ders saatleri azaltılan grupta, beden eğitimi ve spor saatleri arttırılmış, öğrenciler çeşitli dallara ayrılarak spor yaptırılmıştır. Yılsonunda yapılan değerlendirmede, eski programa göre eğitim yapan grupta başarı oranı %60 iken, spor saatleri arttırılan gruptaki başarı oranının %89’a yükseldiği görülmüştür. Kuşkusuz, sporun faydasını yalnızca dersteki başarıyı arttırmaktan ibaret saymak yeterli değildir. Yakın bir gelecekte toplumda sorumluluk yüklenecek kişilerin yetiştirilmesinde, iyi alışkanlıklar edinmelerinde, birlikte yaşama duygusunun gelişmesinde, erken yaşlardan itibaren spor yapılması büyük önem taşır. İlköğretim çağındaki çocukların haftada 30-35 saat TV seyrettikleri hesaplanmaktadır. Çocuğun doğasına aykırı olan bu durum fiziksel ve ruhsal gelişmeyi olumsuz yönde etkiler ve erişkin yaşlarda sedanter bir yaşam biçiminin seçilmesine neden olur.

Fiziksel egzersiz ve okul başarısı pozitif yönlü ilişkiye sahiptir: Araştırmalar çerçevesinde, 6-18 yaş arası binlerce öğrencinin egzersiz alışkanlıkları ve okul başarıları incelenmiş, egzersizin beyne kan ve oksijen akışını artırarak konsantrasyonu güçlendirdiğini ortaya konmuştur. Buna göre, düzenli olarak yapılan fiziksel aktiviteler, stresi azaltırken, öğrencilerin dersleri konusunda daha disiplinli davranmasına da katkıda bulunmaktadır. Araştırmaları değerlendiren Hollandalı uzmanlar da çocukların günde en az bir saatlerini fiziksel aktivite ile geçirmelerinin yararı konusunda hem fikir.

Hareketsizlik, maliyetli hastalıklara neden olmaktadır: Erişkinlerde yapılan birçok epidemiyolojik çalışmada özellikle koroner  hastalıklarla ilgili risk faktörlerinin çocukluk dönemine kadar uzandığı belirtilmiştir. Kuzey İrlanda’da 12-15 yaş grubunda rastgele seçilerek yapılan çalışmada; % 15-23 ünde kaydedilmemiş artmış kan basıncı, %12-25 ‘inde arzu edilmeyen bir lipit profili ve %18-34’ünde aşırı yağ bulunmuştur. Başka bir çalışmada ise 12 yaş üzerindeki çocukların % 69 oranında en az bir tane koroner arter hastalığı ile ilgili modifiye edilebilir risk faktörüne sahip olduklarını işaret etmektedir. Ayrıca, çocukluk ve adolesan grubunun yaklaşık %13’ünde istenmeyen kan yağ ve lipoprotein profiline sahip olarak aşırı kilolu olarak sınıflandırıldıklarını rapor etmiştir. Yapılan bir araştırmaya göre, egzersiz eksikliği dünya çapında sigara kadar fazla ölüme sebep olmaktadır. Haftalık tıp dergisi The Lancet'in yayınladığı raporda, yetişkinlerin yaklaşık üçte birinin yeterince fiziksel etkinlik gerçekleştirmediği ve bunun senede 5,3 milyon ölüme sebep olduğu tahminine yer verildi. Bu oran, yaklaşık her 10 kişiden birinin ölümüne yol açan kalp krizi ve diyabet ile göğüs ve kolon kanserinin ölümcüllük oranına denk. Teknolojinin gelişmesiyle birlikte artan hareketsizlik kronik birçok rahatsızlığın oluşumuna yol açan sessiz bir epidemi olarak kabul edilmektedir. Avustralya da araştırma sonuçlarına göre hareketsizlik, 60 yaş altında 670 bin kişinin erken ölümüne sebep oluyor. Ayrıca göğüs ve kolon kanseri vakalarının yüzde 20-25'i, diyabetin yüzde 27'si ve iskemik kalp hastalığının yüzde 30'unun da fiziksel hareketsizlikten kaynaklandığı bildiriliyor.

Fiziksel aktivite kamu sağlığı öncelikleri arasına yerleştirilmelidir: İnsan yapısı açık bir şekilde fiziksel aktivite için tasarlanmıştır. Geçen 20 yılda, geniş topluluklar üzerinde yapılan ve diğer deneysel çalışmalarda bulunduğu gibi hareketsizliğin hastalık ve erken ölüme neden olduğu kanıtlanmıştır. Özellikle orta yaş ve sonrası kabul edilebilir düzeyde fiziksel aktivite yapan bireylerde erken ölümlerin ve ciddi hastalıkların önlemesinde aktivitenin iki kat daha etkili olduğu gösterilmiştir. Kalp hastalıklarının önlenmesi için, dördüncü temel risk faktörü olarak, kabul edilen hareketsizliğin ortadan kaldırılmasının yüksek tansiyon, yağ metabolizması bozukluklarının ve sigara içmenin engellenmesiyle eşit yarar sağladığı bilinmektedir. Hastalık ve ölümler sadece kişileri ve ailelerini etkilememekte, aynı zamanda iş kaybı ve sağlık kaygıları nedeniyle yüksek ekonomik maliyetlere neden olmaktadır. Hareketsizlik nedeniyle ABD’de kalp hastalıkları riskinin %18 arttığı, bunun da yaklaşık 24 milyar dolar, kolon kanseri riskinin %22 arttığı bunun da yaklaşık 2 milyar dolar maliyete neden olduğu değerlendirmesi yapılmaktadır. Aktif insanlar için, ortalama sağlık maliyeti hareketsiz bireylere kıyasla %30 daha düşük olduğu hesaplanmaktadır. İngiltere’de nüfusun yaklaşık olarak %20’sinde görülen ve en azından kısmen hareketsizliğin bir sonucu olan obezitenin 500 milyon dolar maliyeti olduğu düşünülmektedir.  Kolombiya'nın başkenti Bogota'nın sokakları pazartesiden cumartesi gecesine kadar arabalarla dolu. Ancak 7 milyon kişinin yaşadığı kentte pazar günü motorlu araç göremezsiniz. Kent yönetiminin "Ciclovia" (Bisiklet Yolu) uygulaması sayesinde sokaklar yayalara ve bisiklete binenlere kalıyor. Mazisi 1970'lere kadar giden düzenleme, pazar ve tatil günlerinde toplam uzunluğu 100 kilometreyi bulan yolları kapsıyor.

Obezite, ülke ekonomilerini doğrudan veya dolaylı olarak etkilemektedir. Obezite ile ilgili sağlık harcamaları gelişmiş ülkelerde tüm sağlık harcamalarının %2-7'sini oluşturmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri (ABD)'nde obezitenin doğrudan maliyetinin hastalığın tanı ve tedavisi ile ilgili olan harcamaların, sağlık harcamalarının %7'sini (yaklaşık 70 milyar dolar), Fransa ve Avustralya'da sağlık harcamalarının%2'sini ve Hollanda'da ise %4'ünü oluşturduğu bildirilmektedir. Dolaylı harcamaların (erken ölüm ve hastalık nedeniyle çalışamayan insanlara verilen ücretleri yansıtan verim kaybını da içeren harcamalar)ise ABD'de 48 milyar dolar olduğu tahmin edilmektedir.Obezitenin en önemli nedenlerinden olan yetersiz beslenme ve fiziksel aktivite yetersizliği, ABD'de tütün kullanımına bağlı meydana gelen sağlık sorunlarından sonra önlenebilir ölümlerin ikinci en sık nedenidir. Uzun, sağlıklı ve mutlu bir yaşam beklentisi içindeki 21. yüzyıl insanı için, obezitenin önlenmesinde koruyucu sağlık hizmetleri yaklaşımı çok büyük bir önem taşımaktadır. Koruyucu sağlık hizmetleri kapsamında sağlık otoriteleri toplumun her kesimine ulaşmalı, etkin ve yaygın eğitim çalışmalarının hızla yaşama geçirilmesi konusunda bilinçli ve istekli bir çaba içinde olmalıdır.

Ülkemizde 2002-2004 yılları arasında yürütülen Türkiye Hastalık Yükü Çalışmasında (58)fiziksel hareket alışkanlığının yeterli olması durumunda iskemik kalp hastalığına bağlı 31.519, iskemik inmeye bağlı10.269 ölümün önlenebileceği bildirilmiştir. Önlenebilen hastalık yüküne bakıldığında ise fiziksel hareketliliğin yeterli olması halinde iskemik kalp hastalığına bağlı 300.850 DALY (Sakatlığa bağlı kaybedilen yaşam yılı) önlenebilirken, iskemik inmeye bağlı101.578 DALY, şeker hastalığına bağlı 37.456 DALY toplamda ise 464.627 DALY önlenebilmekte, buda tüm hastalık yükünün % 4.3'üne denk gelmektedir. 7 coğrafik bölgeden se-çilen 7 ilde 30 yaş üstü 15.468 bireyde yapılan  "Sağlıklı Beslenelim, Kalbimizi Koruyalım (SBKK)" çalışmasında (59)bireylerin fiziksel aktivite alışkanlığı da sorgulanmış ve bireylerin sadece %3.5'i düzenli (haftada en az 3 gün, 30 dakika orta şiddette) fiziksel aktivite yaptıklarını beyan etmişlerdir. Ayrıca, Ulusal Hanehalkı Araştırmasına(54)göre (beş bölge 18 yaş üstü 11.481 bireyde) ise ülkemizde bireylerin%20.32'sinin hareketsiz yaşadığı, %15.99'ununyetersiz düzeyde fiziksel aktivite yaptııı saptanmıştır. Çocuklar ve gençlerde de fiziksel aktivite düzeyinin azaldığı, TV veya bilgisayar başında giderek daha fazla zaman geçirildiği bilinmektedir.Çocuklarda ve gençlerde fiziksel aktivite düzeyinin değerlendirildiği ulusal bir çalışma bulunmamakla beraber ülkemizde yapılan çeşitli araştırmalardan bazı örnekler aşağıda verilmiştir.
HBSC araştırmasına ülkemiz de dahil olmuş ve 2001-2002 yıllarında yapılan çalışmada 11, 13 ve 15yaş grubunun fiziksel aktivite düzeyi sorgulandığında, 11 yaşında kızların %21'inin erkeklerin %29'unun,13 yaşındaki kızların %17, erkeklerin %22’sinin ve 15yaşında ise kızların %12, erkeklerin ise %16'sının her gün en az bir saat orta ve ağır düzeyde fiziksel aktivite yaptıkları belirlenmiştir. Aynı araştırmada hafta içinde en az 2 saat televizyon izleyenlerin oranı 11 yaş grubu kızlarda %59, erkeklerde %63, 13 yaş grubu kızlarda %62, erkeklerde %63 ve 15 yaş grubu kızlarda %68, erkeklerde %70 olarak belirlenmiştir.
Okullardaki beden eğitimi ders saatleri yetersizdir: Birçok gelişmiş ülke, okullarda hükümet politikası olarak beden eğitimi saatlerini azaltmışlardır. İngiltere’de haftada 2 saat minimum olarak önerilmesine rağmen 1987’den beri birçok okulda bununda altında eğitim verildiği 1995’de yapılan bir çalışma ile gösterilmiştir. İsveç’de geçen 10 yıl içinde böyle bir uygulama yapmıştır. Çocukların boş zamanlarında spora yönelik seçimleri az olmaktadır. 15 yaş grubu erkek çocukların spor kulüplerine yönlenmelerinde 1968-84 yılları arasında bir artış olduğu; erkeklerde %50 den %70’e, kızlarda ise %17’den %50’ye varan bir oran tespit eden çalışmalar bulunmaktadır. Çocukların 13-14 yaş arasında fiziksel aktivitelerinin en yüksek seviyede olduğunu daha sonra ise azaldığı, erkek çocukların kızlardan daha aktif  ve zorlu aktiviteleri seçtikleri görülmüştür. Finlandiya’da yapılan bir çalışma ile fiziksel aktivitenin 12 yaşında en yüksek düzeye ulaştığını daha sonra azaldığı belirtilmiştir. Ayrıca araştırmacılar, gençlik boyunca yapılan fiziksel aktivitenin önemli olduğunu fakat 9 yıl sonra  kişinin aktivite düzeyini belirleyen zayıf bir belirleyici olduğunu en iyi belirleyicinin ise okuldaki beden eğitimi  derslerine ve organize sporlara katılım derecesinin olduğunu rapor etmişlerdir. Okullardaki beden eğitimi programları ülkeden ülkeye  değişiklik göstermektedir. Fakat okuldan sonra spora katılımın düşmesi evrensel bir sorun olarak tüm ülkeler için geçerlidir.