Öne Çıkan Yayın

Çocuklarıma öğütler...

Karşısındakinde gördüğün suç, sendeki suçun cinsindendir. Önce o huyu kendi tabiatından atman gerek. Sendeki çirkin huy, sana onda göründü. ...

27 Ekim 2014 Pazartesi

Bilimin farksızlık <(H0) hipotezi nedir?

Düşünün. O kadar yanlış anlaşılan yerlere göklere sığdırılamayan ve her nedense hep 0.05 in tercih edildiği kutsal kavram "p" değerini. Yani sonuçlarınız istatistiki olarak 0.05 in altında olursa bulduğunuz şeyin doğru olduğu safsatası. Sonuca ne kadar çabuk atlamaya meraklıyız bilim insanları. Oysa 100'ün içinde tam 100 sayı var (kesirleri saymıyorum bile) . Bu kadar (en az 100) formulasyonu denemeden 0.05 i kesin doğru kabul etmek. Pek kafam yatmadı.

Aslında bulduğunuz sonuçta %5 ihtimal "hata" var diyor. Yani bir ilaç yapıyorsunuz, 100 hayatı kurtaracak diyorsunuz ama aslında 5'ini öldürüyor.

Eğer temel hipotez "bilim hayat kurtarır" ise bunun farksızlık hipotezini "bilimin hayat kurtarmayla ilgisi yoktur" diye mi kuracağız.

Hayatın içinde farksızlık/etkisizlik diye bir
şey var mı? Hayatın içinde olmayan neden bilimin içinde, hem de fildişi kulede?

Evet, bilim insanı karara varıyor. Ancak çoğu zaman eksik bilgiyle doğru karara vardığını zannediyor. Hadi bakalım yukarıdaki resimde hayat kurtarmanın ihtimali ne?

O zaman mevcut düzende alanında makaleyi ya sen ilk yazmalı ya da en son yazan sen olmalısın.

6 Ekim 2014 Pazartesi

Menüde muhakkak bulunsun: Profesör yiyin:)

Beyinsel enerjiyle ilgili bir beslenme sorunumuz var gibi...

Bilmek iyidir kişiye güç verir. Fakat bildiğini bilmemek sonradan ağızda hafif kekremsi tat bırakabilir. Meşhur laf gereği bilmek için çok okumak-yaşamak-gezmek mi yoksa yemek mi gerekir?

Bazen birçoğumuzun yeni okuduğu bir şeyi ""aa ben bunu biliyorum ya da bende böyle düşünüyordum" dediği olmuştur. Ya da, önceden hiç düşünmeden bir soruya cevap vermişliğimiz. Haytalıkç. Ortaokuldayım. Hocanın bir tanesi Atatürk Nutku toplam kaç saatte okumuştur diye sormuştu. Bende bir sayı söyledim (Türkçesi attım). Tuttu ve sonrasında arkadaşlara baya hava attım:)

İlk defa duyduğu bir şeyi önceden bildiğini iddia etmek sanırım abesle iştigal bir durum diyorsunuz. Hani bir nevi kendini beğenmişlik, şans, sosyopati filan. Peki ya gerçekten tüm bilgi içerdeyse, kişinin kendisindeyse? Yani bellek bir nesil önceden aktarılıyorsa, doluysa ama kişi ne bildiğini bilmiyorsa?

Genetik bilginin bir sonraki nesile aktarımı sanırım mümkün. Yoksa ormanda aniden ayıyla karşılaşan her kişi neden aynı hareketi yapmaz:) Kaçan, kaçmayan, altına kaçıran (kokuyla ayıyı korkutacak belki de), ölü taklidi yapan, ağaca tırmanan, ayıya yumruk atan... say sayabilirsen olası insansı tepkileri (zavallı ayı, aslında en iyi tepkiyi o veriyor).

Gerçi çevreme baktığımda değil dört milyarlık 1 yıllık standart, ortak bir bilinç dahi görmekte zorlandığım günler oluyor ama, kalıtım sadece fiziksel görünümde değil, bilgi-bellek yönünde de olabilir.

Bu konuda yapılmış sonucunda "eee canım yine mi fareler, ne olmuş?" diyeceğimiz çok sayıda çalışma var.

1960'lı yıllarının ortalarında Houston (Texas), Baylor Üniversitesinde farmakolog olan Prof. Georges Ungar ilginç bir seri deneme yapmış. Fanus içerisine kapatılan beyaz bir fare, belirli aralıklarla fanusun üzerindeki bir gonkla rahatsız edilmekte. Fakat fare alışmaya yatkın bir hayvandır. Günler ve haftalarca devam eden bu gonk sesine belirli bir süre sonra alışmaya başlamış. Bu şekilde alıştırılmış yüzlerce fare­nin beyni dondurularak saklanmış ve içerisinde alışmayı sağlayan maddenin birikip birikmediği gözlemlenmiş.

Vallahi adam biriktiğini bulmuş, neyse gelelim deneylerin sonrasına.

Fareler doğuştan gelen bir özellikle ışıktan kaçarlar. Küçük bir kafesin içerisinde birbirine geçişti iki bölme yapılmış; bölmenin biri karartılmış, diğeri aydınlık tutulmuş. Karanlık bölmedeki besin maddelerinin bulunduğu yere elektrik telleri döşenmiş ve zayıf akım verilmiş. Bir zaman sonra fareler, doğal yapılarına aykırı olmakla beraber aydınlık bölmede kalmayı tercih etmeye başlamışlardır. UNGAR'a göre "karanlıktan korkma maddesi"nin RNA şeklinde beyinde bağlanmış olması gerekmektedir. Nitekim eğitilmiş farelerin beyinlerinden izole edilen RNA eğitilmemiş farelere enjekte edildiğinde, tüm fareler önceden eğitilmiş gibi, yani karanlık böl­mede elektrik akımının varlığından haberdarmış gibi davranmaya başlamışlar. Bu deneme ile kuşkuya meydan vermeyecek şekilde, çok özel bir durum için oluşan bellek, kimyasal olarak bir canlıdan diğer canlıya nakledilmiştir.

Şimdi gelelim esas meseleye.

Hani Amerika'lılar, İngilizler, Fransızlar, Almanlar... bizden güya akıllı ve bu yüzden çok ileriler ya.

Acaba diyorum, bunlar genetik bilgiyi-belleği aktarma konusunda bir yol mu buldular.

Eğer bunun çaresi yetişmiş (kendini yetiştirmiş) bir beyinden parçalar alıp diğerine nakletmekse hani diyorum her gün mağara adamı yiyeceğimize, ya da koyun beynine, koç testisine sulanacağımıza, biraz menümüze profesör katsak, acaba daha bilgili-bellekli olur muyuz?

Bu arada aklıma geldi, en çok porno sitesi ziyaret edenler listesinde üst sıradaymışız ya. Uçkura düşkünlük ve acaba bu zamanında yediğimiz koç, boğa (t)aşşakları arasında bir ilgi olabilir mi?

Ya da müzmin "uysallığımız": Kelle-paça mı acaba?

Genelde hazmı çok zor şeyler (rüşvet felan) yenildiği için acaba kan midede yoğunlaşıp beyne mi ulaşamıyor yoksa?

Neyse yiyeceğimiz bu beyin

Baktığında berrak gören, dinlediğinde duyan, konuşmasında doğru, davranışlarında saygılı, işlerinde ciddi, kazancı gördüğünde adaleti düşünenlerden olursa tam ağızlara layık olur.

Eğer böyle bir beyin yersek, kadınların düğmeleri neden solda, atlara neden soldan binilir, atletler neden saatin tersine koşar gibi dünyayı değiştirecek sorulara millet olarak cevap bulabiliriz.



1 Ekim 2014 Çarşamba

Bende satılık araba yok: Lütfen başka kapıya

Arabam...
Üzerime kayıtlı tek envanterim.
Şöyle bir düşünüyorumda. Yıllardır beraberiz. Meğer ne çok birbirimize benzermişiz. 
  • Olduğu gibi görünür bizimkisi. Dışı gibi içi de pak, rahatlatıcı, güvenilir, dostunu asla yarı yolda koymayan cinsten. Hiç havalı, hırslı değil, kasvetsiz. Çizgisi, duruşu her daim dimdik.  Bu zamanda böye araba bulmak zor.
Bizimkisi dört vites, çok çabuk hızlanır, yol alır.
  • 1. vites  inanılmaz adaletli, merhametli. Sıkmadan ve bağırtmadan, sakin. Allah'ım bu vitesten olmayanlarada ver, Yarabbi. 
  • 2. vites duyarlı, saygılı, yardımsever. Hemen üçe geç demiyor. Haddini biiyor. Nasıl sürersen sür alırım ben yükü diyor.
  • 3. Vites: Sevecen, heyecanlı yağ gibi akıyor.
  • 4. vites, vizyoner ucu hafif kaçık, hem nalına hem mıhına çakıyor.  
Şahsiyetime düşkün olduğum gibi o da özünü hiç değiştirmedi. Yaban ellerde hep "05" kaldı.
  • Dönmedi, o kadar uğraşıldı ama dönmedi. Ne laflar, aşağılamalar, tekmeler, çarpmalar yedi ama bildiğinden asla dönmedi. Yavrumu kötülediler. Bundan araba olmaz dediler. Biz ne arabalar gördük, eski bu, modern değil dediler. Ama, diyenler dediklerini yaladılar. Kısa zamanda arabalarını değiştirip hep başka yeni arabaya bindiler. İnsan arabasını bu kadar kolay satmamalı. 
  • Ne zaman nerede duracağını çok iyi bildi arabam. Aile terbiyesini şakadan değil harbiden görmüş. Çizgilere saygılı, asla ileriye gitmedi. Ama ne zaman dengesizler çıkıp hatalı sollama yaptılar, bizimki tufaya gelmedi.
  • Yolda sıkıştırmaya, şeritten atıp uçuruma itmeye kalkan çok oldu. Ama bilmezler benim küyehlanda mangal gibi "2000" yürek var. Toz yutturdu aşağılıklara, kendi hayatına kastedenlere. Ne garip tesadüf, bende doktorayı 2000 de almıştım.
  • İçine yabancının katılmasına asla izin vermez bizimkisi. Sadece kendine dost olacaklarla  arası iyidir. Ucuz, kalitesiz "MALLARA" asla bakmadı. Tükürdü, onları dışarı attı. "Çıkma" parçalarla işi olmadı. Hep orjinal kaldı.
  • Bizimkinin başarı hikayesi çoktur. Ne formulalar kazanmıştı. Bu diğer arabaları çatlatır göbeğinden. Karatmak, gözden düşürmek için ne dedikodular. İnanamazsın. İnsan bu kadar bayağılaşabilir, şeref yoksunluğuna düşebilir mi, şaşarsın.
  • Dayanıklıdır. Eee. Mersedes bu... Motor çelikten, bir milyona km ye kadar bana mısın demez, maşşallah küheylanıma.
  • İkimizin de ustası tekdir. Başkasına asla elletmeyiz:)  Ne tesadüf! Benim de onun da ustasının adı Ali. 
  • Böyle makam manyağı, kim olduğunu unutan şahısları nedense hemen tanır bizimki. Atar geri vitese, sizlerle benim işim olmaz diye.
  • Kaputu çok ama çok sağlamdır. Her yağmura, sele, felakete dayanır evvelallah. Nasıl, nerede yapıldığı belli olmayan yeni yetmeler gibi incecik, çıplak, şöyle dokununca parmağa zıp-zıp zevki veren oyuncaklar gibi değil.
  • İçi çok geniştir bizimkinin. Herşeyi doldurursun da yağdanlık, yanar döner, fırıldak gibi şeylere alerjisi vardır.  Hele sol arka antika yolcu kapısı. Görmenizi isterim. Ne zaman bir fırıldak gelse asabiyeti tutar da birden kilitleniverir. Güldürür beni, çünkü hiç şaşmaz tespiti.
  • Kimleri taşımadıki sırtında. Ne çukurlar, tümsekler ne virajlar atlattık küheylana beraber. Çıkmadı mübarek, raydan hiç çıkmadı. 
  • İtiraf edeyim. Şaşırdı birkaç kez. İçine aldığı yolcunun birinde çok fena yanıldı. Kahroldu. İlk defa onu motorundan yağ sızarken gördüm. Sarkan civatalarını iyice sıktım.  

  • Ona bir defa kötülük yaptım. Uydum şeytana. Gaz taktım, iyisinden. Kaldıramadı. Yakında söküp atacağım. Bir dönem bitecek,  inşallah eski günlerine geri dönecek.
  • Bazen Einsten, Einstein konuşur benimle. Bilge gibi. Eee uzun yolculuklara çok çıktık. Ondan herhalde. Derki: "2 adet sonsuzluk vardır: Evren ve insanın aptallığı. Birincisinin sonsuzluğundan pek emin değilim ama 2.cisinden kesin eminim".
  • Ağır abidir kendisi. Park ettiği yere başka arabalar pek kolay park edemez.
  • Üstüne asla toz kondurtmaz. Karalayamazsın. Hayat müşterektir der ama "ERKEK" kalmak müstakil.
  • Korkusuzdur diye bilirim ama bir korkusu var. O da insan ezmek.
  • Çok ama çok sabırlıdır. Freni yi tutar. Gram unutmaz. Göstergeleri iyi çalışır, ışığı kuvvetlidir, röntgen gibi açar görür karşıyı.
  • Aklı olan arabama bulaşmasın. Hem ön hem arka tampon darbelere dayanıklıdır, yanlarda çelik bar. Ama, onu birde çılgınken görün. Fiskesiyle yerinden eder insanı.
  • Bakıma hiç ihtiyaç duymaz. Nasıl göründüğünden emin ve mutludur o. Bu nedenle boş vaatlere kanıp hak etmediği ünvanlara dönüpte bakmaz. Süslere kanmaz.

Neyse uzun laf ettik. Her dönem çok çekicidir bizimkisi. 

Ne doktorlar, ne eczacılar, avukatlar, rektörler istedi! İşte bu nedenle vermedim onu.