Öne Çıkan Yayın

Çocuklarıma öğütler...

Karşısındakinde gördüğün suç, sendeki suçun cinsindendir. Önce o huyu kendi tabiatından atman gerek. Sendeki çirkin huy, sana onda göründü. ...

7 Kasım 2015 Cumartesi

Çocuklarıma öğütler...

Karşısındakinde gördüğün suç, sendeki suçun cinsindendir. Önce o huyu kendi tabiatından atman gerek. Sendeki çirkin huy, sana onda göründü. O sana âdeta bir aynadır” (Mevlana)


Güvensiz, tedirgin, şüpheci ve gergin olma oğul.
Sürekli ciddiyet seni bitirir, bak gülmek daha kolay o nedenle mizah kat hayatına...


Büyüsel inançlar, düşünceler, garip fikirler, fallardan  medet umma oğul.
Başkalarının doğrularını da gör, kabul eyle ne olur...


Kusursuz sevgi olmaz, boşuna arama
Kusurun sonra bu olur oğul...

                 
Kendinin çok önemli olduğun duygusuna kapılma,
sınırsız başarı, güç, zeka, güzellik düşlerine dalma oğul...


Arkadaş fakiri olma oğul,
sakın  “özel” ve eşi bulunmaz biri olduğuna sanma...


Hakaret etmek, aşağılamak senin hakkın değil,
ilişkilerin senin menfaatin değil.
amaçların için  başkalarının zayıf yanlarını kullanma oğul...


Kırılma desem de kırılacaksın, ancak
kırgınlıkta sürekli başkalarını suçlama...


Doymaktan çekin. Doyma.
yoksa çekinmeden değersizleştirirsin...


Kolay kolay sevdiğim deme,
Yok sevdiysen eğer sakın sevdiğinden nefret etme ...


Hep olumlu değerlendirme bekleme,
olumsuzlukta hayatın parçasıdır oğul...


Bir başkasını kuşku, haset kıskançlık duymadan sev,
kırılma, darılma, gücenme, küsme ve alınma...

Sıradan insan olmaktan korkma,
kapılırsan bu korkuya hep daha çok şey ister, hayatı es geçersin...

Mutluluk sürekli sürmez oğul, sadece andır.
Anın yoksa gerisi yalandır...

Mutlu olmak sende,
parada, pulda mutluluk arama oğul...



30 Ekim 2015 Cuma

Vesile

Sevgili Vesile

İnsanlık kadar eskisin, bilirim. Vesile olmuştun da bir kardeş diğerini öldürmüştü. Keyifle seyretmiştin. Böyle bir etkiden, böyle bir tepkinin çıkması olası değildi. Ancak vesile, sonucu değiştirdi.

Asırlar geçti. Niyetin hiç değişmedi. Gölgede kaldın. Hiçbir zaman oyunun gerçek oyuncusu değildin. Ancak, kurucusu oldun. Bazen ismin bazen cismin değişti. Kartvizit oldun. Adını “hamili yakınımdır” a dönüştürdün. Kimi zaman telefonun arkasındaki ses, ansız ziyaret, kimi zaman tavsiye notuyla “yukarıdan” bir “tanıdık” oldun.

Nelere mal oldun bir bilsen. Sen dahil olmasan bak, bu memleket uçardı. Hak gasp etmek hiç umurunda olmadı. İşçi alınacak. Devredeydin. İhale yapılacak. Yine devredeydin. İmtihanla öğrenci seçilecek. Yine sahnedeydin. Memur atanacak. Memurdan önce ulaşırdı talebin. Adını vermeye az kalırdı sözde ilanla alacağın adamın.

Alnın teriyle, bileğinin hakkıyla girmeye çalışanlar çaresiz “inşallah” a sarılırdı.

Seni engellemek için uğraşanlar yok muydu? Vardı elbet. İlk ciddi sınavını çok sayıda kişiden oluşturulan jürilerde verdin. Önce afalladın. Şaşırdın. Bir kişiyi ikna etmek için bir telefon, bir not, bir selam yeterdi. Ancak ya beş kişiyi? İlk başlarda tökezledin. Adın sayılmaz, hatırın geçmez oldu. Oy çokluğuna takıldın. Adamını seçtiremedin, aldırtamadın.

Yavaş yavaş akıllandın. Selam gönderenlerin sayısını çoğalttın. Selam almaya ihtiyacı olanların sayısı seni bile şaşırttı.

Sadece oy çokluğunu garantilemen yeterliydi. Kartını iyi oynadın. Nitekim sonunda galip geldin. Şu telefonlar bir dile gelse de söylese. Kimleri haksız yere adam yaptın. Yetersiz adaylar yeterlilerin önüne geçti. Aranan nitelikler yoktu adayında. Zaten senin derdin nitelik değildi ki! Vicdanları rahatlatmak için “görecelik” icadını çıkardın. Yani “işte adayın olması gereken altyapısı yok ama daha önceden jürisinde bulunduğum diğer adaylara göre iyi buldum” la yol aldın. Ne iyi yaptın.

Merkezi sınav sonunu getirmek üzereydi. Ama yolunu buldun. Merkezleri birbirine düşürdün. Muhtaç kıldın kendine.

İyilikle kötülüğün mücadelesi sonsuz. Kirletmeni önlemek isteyenler yeni icatlarını devreye soktular. Dijital devle mücadele edecektin. Artık aday jürisini bilmeyecekti. Dosyasını verecek, kararı bekleyecekti. Sen bekleyemezdin. Adaleti sağlaması gerekenler acele ettiklerinden, her sistemin bir arka kapısı olurdu. Çabuk keşfettin. Keyiflendin. Jüriye ulaşamasan da olurdu. Asıl kaynağa ulaştın. Sahneye istek yaptın. En az “üç bizden” ile işi çözdün. Jüride diğer ikisi akla mantığa aykırı kararlara hayır dese de “sen Hatice’ye değil neticeye bakla” zaferini noktaladın.

Sarhoş oldun. Gözün karardı. Kendi ayağına da sıktın. Vesile oldun her şeye. O nedenle insanlar yaptığı işten, memleketten soğudu. Hatırla bir yere gelenlerin başında hale oluştu. Kendi kendilerini mimlediler.

Kaldıralım şu oy çokluğunu. Biliyorum ağzın kulaklarına varıyor. Zevkten yarılıyorsun. Yine de sahne alacağını düşünüyorsun. Hani haksız da değilsin. Zayıf yerimizden yakaladın. Yardım etme icraatıyla, aslında egoları doyurdun yardım ederken bir başkasına. “Muhtaç insanlara yardım ediyor olmak bir anlığına tanrılaştırdı kimilerimizi”.

Aynı oyunu oynamaktan sen de sıkılmışsındır. Biraz değişiklik sana da iyi gelir. Ne dersin? Belki sahnede olmadığın o küçük arada bir parça düzeliriz. Gel, tüm kararlar için oy birliği gereksin. Farklı düşünenler diğerini ikna etmeye çalışsın.  Bakalım oy birliği kültürü bizi nereye taşır. Denemekten korkma. Bugüne kadar akıllıya uyduk. Deliye uymaktan ne çıkar?

Oy birliğinin de çözümü var, diyorsun. Biliyorum.

Neyse. Çok ama çok uzun zaman oldu. Aramaz, sormaz oldun.

Özlemedim merak etme. Sadece iyi olduğunu bileyim yeter.

Not: Kestane kebap açık davete acele cevap.

23 Ekim 2015 Cuma

Cehennem Kokteyli

Bir taraftan güzel işler oluyor. Turizmde Meslek Kanunu  çalışmaları, turizm akademisyenleri birliği, sosyal bilimler içinde turizm alanını yaptığı nitelikli çalışmalarla lokomotif haline getiren değerli meslektaşlarımın sayısındaki artış, uluslararası derneklerde ve dergilerde artık daha fazla yer alan hocalarımız...

Ancak...
Vahim vakalar yaşanıyor. Gidişat hiç iyi değil. Meslektaş eziyeti. Profesörden diğerlerine yıldırma.  Diğerlerinden Profesörlere bezdirme. Turizm akademisinin kendine gelmesi, toparlanması şart ötesi.

Donanımlı ve kendini yetiştirmiş profesör (doçent, yrd. doçent) hocaların yıllardır başarıyla verdiği derslerin kendilerine sorulmadan “biz yaptık oldu” marifetiyle alınıp hiyerarşide ast durumunda olan öğretim elemanlarına verilmesinin örneklerinin giderek artmakta olduğunu üzülerek görüyorum.

Herhangi bir unvanın baskıcı egemenliğini savunmuyorum. Ancak, gerekli saygıyı bugün akademik hiyerarşiye göstermeyenlerin, kendilerini gelecekte bu saygıdan mahrum ettiklerini görmelerini rica ediyorum. Hiyerarşi aptalların işidir diyerek bu işten sıyrılamayız.

Sormadan birinin üzerinden dersi almanın dinamiğini, etkilerini anlamak için çok kafa yormaya  gerek yok. Öğrencilerimize öğretmeye çalıştığımız Planlı Davranış Teorisini temel alarak açıklamaya çalışayım. Önce anatomisi:

1. Her eylem, karar bir gerginliğin sonucu olur. Sormadan bir başkasının üzerinden dersi alma kararının dersle ilişkili olma ihtimali genelde zayıftır. Daha çok kişisel çekememezliktir. Uygun an doğmuştur. Muhtemelen görev değişikliği olmuştur. Beslenen kin için hesap görme günüdür. Profesörün, kendisine kin besleyene geçmişte muhakkak bir iyiliği dokunmuştur. Ya danışmanlığını yapmıştır, yayınına yardım etmiştir, işe almıştır vb. Alınganlık vardır. Günaydın denmiştir. Diğeri sinkaf anlamıştır.
2. Bu iş yalnız yapılamaz. Bir şekilde kendi gibileriyle, diğerleriyle bir araya gelinir. Yıllardır kimsenin vermeyi aklına getirmediği, hatta vermeyi istemediği ders birden kıymetli hale getirilir. Vurucu darbenin gelebilmesi için “bir ders nasıl olurda bir kişinin malı olabilir” zemininde hararetli tartışma başlatılır. Aslında, herkesin istediği kadar verebileceği dersi vardır. Amaç dersi almak değil onun yaratacağı rahatsızlık, takibinde huzursuzluk ve mutsuzluktan beslenmektir.
3. İhtimaller ve sonuçlar üzerinde kafa yorulur. Doğrudan bu bizim hakkımız deseler, ters tepebilir. Hem yarın bir gün devran döner. Gasp edilen hakkın hesabı sorulur. Burada hak olan ders değildir. Gasp edilen hak, bileğinin hakkıyla profesör, doçent olmuş hocanın öğrenci yetiştirme hakkıdır.
4. Akıl tutulmasından olsa gerek hocaya doğrudan sorulmaz, açıklama da yapılmaz. Sorulsa ve adam gibi anlatılsa hoca dersin başkası tarafından verilmesine prensipte asla karşı değildir. Akademisyenliği, profesörlüğü, doçentliği hazmetmiş hiçbir hoca zaten bencil materyalist değildir. Paylaşımcıdır. Dersin donanımlı biri tarafından verilmesine kim karşı çıkabilir?
5. Amaç dersi almaktan daha çok hocayı rahatsız edip, kendini değersiz hissetmesini sağlamaktır. Doğrudan olmaz ise dolaylı yol denenir. Fantom Öğrenci Şikayeti yaratılır. Genelde bunun gider malzemesi “bu hoca bizi çok zorluyor” olur. Bunun için dersi iki, üç defadır alttan almak zorunda kalan tembel öğrenci bulunmaz bir kılıftır. Bu tür öğrenci yoksa o zaman başka dolaylı manevrayla dersi almaya çalışırlar.
6. “Öğrencinin daha iyi yetişmesi için değişim gerekiyor kartı tutmaz”, çünkü öğrenci anketleri hocayı aklar.
7. Artık fokurdama tepe noktadadır. Uygun olan kapak tencereden ayrılmalıdır.
8. Tek başına asla cesur değildir. Arkasına birilerini alması gerekir. Maşa el yakmaz. “Kurul” (genelde kurullar nedense insandan daha yücedir) karar verdi denilir. Oldu bittiyle çözülür. Aslında kurulun bu kararı tartışmışlığı dahi yoktur.
Hocadan gizli bu kararın alınmasında, alınan bu kararın uygulamaya konulmasında tartışmaya konu olan dersten daha çok kendini dev aynasında görenlerin ilgili hoca hakkındaki düşüncesi, tutumu ve dersi alma kararını yerine getirmede kendini ne kadar güçlü gördüğü çok önemlidir.  İşte burada Planlı Davranış Teorisi devreye girer. Bu teoriye göre kişi eylemden önce sonuçlar üzerinde düşünür. Hem de bayağı düşünür. Seçtiği sonuç için karar alır ve bu kararı uygulamaya koyar. Kişinin, kararın olası sonuçlarını değerlendirmesi, başkalarının bu karar hakkında ne düşüneceği ve bu kararı gerçekleştirebilmek için sahip olduğu kaynağın durumu belirleyicidir.

Yani, açacak olursak…Planlı Eylem devredeyse tavsiyem şudur.
1. Ast neden bu dersi çok ister? (Ben buna yırtık don teorisi diyorum. Bekle,  zamanı geldiğinde zaten vereceksin)
2. Dersi alabilmesi için kişisel kaynakları (akademik titre, tecrübe, donanım vb) yeterli olmamakla birlikte eğer tepe yönetim ya da tepe yönetime baskı yapacak tanıdıkları varsa hocam özür dilerim, zorlamayın dersi bırakın.
3. Ansızın size yemek ısmarlamaya kalkıyorsa şüphelenin. Hocam “şöyle iyisiniz, siz bir tanesiniz” diyorsa. Kanmayın. Yüzde bin ihtimal sizi tepe yönetime şikayet ediyordur. Kendini iyi hissetmek için az maliyeti olduğundan yemek ısmarlıyordur.  Ufak ufak itibarınızı yıpratma çalışmalarına girişip, kendi elinde olmayan gücün kontrolünü ele geçirmeye başlamıştır.
4. Asıl işi fayda üretmek, yayın yapmak olmasına rağmen bunu yapmayan, yatan biriyse daha da dikkatli olun.
5. Dersi aldığında bir ispat savaşı kazandığına inanacak avareyse, kendisine biat edecek, çevresinde ancak böylelikle onu adam yerine koyacaklar varsa, hocam sakın kendinizi üzmeyin. Dersi bırakın, rahatınıza bakın.
6. Donanımlı bir hocanın dersi uçuracak işler yapmasıyla bu avarenin ne kadar çapsız olduğunun ortaya çıkma ihtimali varsa, sayın hocam kendinizi üzmeyin. Beni dinleyin ve o dersi bırakın.
7. Çevresinde yer alanlar en az kendisi kadar teamüle, akademik hiyerarşiye inanmayanlardan oluşuyorsa,  çocuklarını üniversiteye gönderen ailelerin emeklerini araş görle aldatılıyorsa, sayın Profesörüm değil sadece dersi bence kurumu bırakın.
8. Yayın yapıp doçent olmak varken, avare sadece ders vermeyi yeğliyorsa Allah’ın selamı üzerine olsun. Uğraşmayın.
9. Akademik anlamda daha olgunlaşmamış, kırk fırın yemesi gereken bu kişi hem de mevzuata tecavüz edip, dedikodu doktorası yapmışsa, taşıyamayacağı makama getirildiyse lütfen beklemeyin. Gelin el ele verelim, bahçede uzun eşek oynayalım.
Özetle ülkemde turizm akademisinin gidişatını bazı yönleriyle beğenmiyorum. Şahsi fikrimdir. Kimse katılmak zorunda değil. Ancak unvanı ne olursa olsun donanımı olmayan birinin derse girmesini ağır olacak ama vatan hainliğiyle eşdeğer buluyorum.

12 Eylül 2015 Cumartesi

Rüşvet

İnsanlığın icat ettiği en tehlikeli silah kim ne derse desin rüşvettir.

Elindekine razı olmayan insanlığın kaçınılmaz dramı.

Tipiktir. Veren de alanda bariz özelliklere sahiptir. Alan açısından bakılacak olursa aç olmalıdır. Gözü yukarılarda. Mevki, makam değil sadece, hayat tarzı açısından.

Arsızdır. Yaptığı, izin verdiği, kabul ettiği her şey meşrudur.

Bir şeyin izin vericisi, tutucusu, geçici sahibidir alan. Almadan vermek olmaz, değil mi? Bu muktedirlik kendini bazen evrakta imza, damga, mühür olarak zuhur edebileceği gibi bazen bu mührün bulunmasındaki aracıdadır.  Eskiden hastanedeki poliklinik kapılarında vardı bu türden. Bilenler ne demek istediğimi anlamıştır.

Rüşvet tek başına olmaz, çarka ihtiyaç duyar. Rüşveti hak olarak gören göz yoksa asla rüşvet çarkı dönmez. Mevcut çarkta kırık bir diş olan rüşvet karşıtı dönüşü zorlasa da eğer rüşvet girdiyse mahale, gerisi şahane. Tek diş olmadan da döner çark. Çaba nafile.

Rüşvet miktarıyla ilgili sorun her zaman olur, ancak türü değişiklik gösterebilir. Miktar genelde artar. Yabancı paraya endekslidir. Zarar etmemelidir.  Tür, paranın dışında da olabilir. Bir vaat, söz, adam kayırma,  sebze-meyve, bakraç yoğurt...

Rüşveti ilk defa yiyenin yüzünden gözünden belli olur. Ağzı kurur. Bir oturur bir kalkar. Mesaisini bitiremez. Sık sık tuvalete gider. Karnı daha çok acıkır.

Karşılığında bir şeyler bekleyerek bazı şeylere izin vermektir temelde rüşvet.

Karşılığında bir şeyler bekleyerek nelere izin verebilir insan?

başkasının tacizlerine
amirinin isteklerine
eşinin sarılmasına
çocuğunun şımarmasına
akrabasının sömürmesine
arkadaşının hak yemesine
meslektaşının harama bulaşmasına
doktorun yanlış tedavisine
sendikanın yolsuzluklarına
yozlaşan başlara
nefsinin icraatlarına

Rüşvet veren sadece vermekle kalmaz. Verdiği andan itibaren almaya da başlamıştır.

Başkasının hatasına bilerek göz yummak rüşvetin batağıdır. Hak etmediğin mevki, makamda durmak, rüşvetin yatağıdır.

Yapılan onca yanlışa göz yummak.  Yanlışı düzeltmek için sana fırsat verilmişken hala hatadan vaz geçmemek.

Acıyorum şu pespaye hale.

Gebe bırakmak için gebe kalan erkekler.

Vaatle ancak kendini kandırabilirsen usta.

Ne mutlu sana.



27 Mayıs 2015 Çarşamba

Demokrasi nedir biliyor muyum?

Adı ağızlardan düşmeyen, adına ne canların yandığı demokrasi nedir?
Ben bilirim dayatması?
İyilerin sana evrilmesi?
Suçlama, aşağılama?

Masumiyet barındırmayan türlü türlü hinlikten uzak olmak mı?
Yapılmış küçük bir iyilik için ahde vefa mı?
Nefes aldırmak mı?
Azlıkta çokluk olmak mı demokrasi!

Saygın yoksa, sevgin nasıl olsun?
Kine rüzgar açmışken,
Aklı selimden uzak düşüyorsun
Sonra buna demokrasi diyorsun...

Nedir bu kendini beğenmişlik...
Her şey olmak arzusu
Hazmedemediğin nefretle karışık kompleksler...
Samimiyetsizliktir sonu...

Fikrini söyleyebiliyorsa insan
İşte sana demokrasi







26 Nisan 2015 Pazar

Çiko

Adı çiko...

Aslında çelimsiz, iskeletor ama gayretkeşliğine şapka çıkarıyorum. Dünyayla en önemli bağı gagası.  Sürekli bir araştırma halinde. Kah kafanızda kah bilgisayarın üstünde.  Lüksü yok sadece gagasına hizmet eden şeyler olsun yeter.  Temizlenmeye bayılıyor ve inanılmaz şekilde akıllı. Hani "kuş beyinli" deniliyor ya.  İnanmıyorum artık ben bu söze.  Hemen hemen her şeyi hatırlıyor.  Seni nasıl rahatsız edeceğini iyi biliyor. Bahsettiğim 30-40 gramlık bir muhabbet kuşu. Banyo yapmaya ve temizliğine önem veriyor. Üzülürdüm kafes de kalıyor diye, sonradan anladım aslında kafesin dışının bir kafes olduğunu. Oysaki evinde ne kadar huzurlu. Yeniliğe senden benden açık. Kıyafet, yiyecek, oyuncak tam bir merak deposu. Ne kadar benzerlik var insanla çiko arasında. Değiştiremeyeceğini ve değişmeyeceğini biliyor, nafile çabadan uzak hayat bir gündür o da bugündür diyor...

21 Nisan 2015 Salı

Kötüğünün ziyareti ansız olur

Kötülük bir gün hepimizi, sizi de ziyaret edebilir…


Mesaj ulaştıran tüm araçlar rutine bağlamış.  Kötülük icra edildikten sonra kötü yakalanıyor. Yanında polis kameralar kötü ve kötüyü yakalayanı doğru açıdan çekmenin derdinde.  Biri öylesine soruyor “… Pişman mısın?”.  Pişman mı acaba diye yüzde bir işaret arıyor insan… Kimi anında  kameramana saldırıyor, kimi muhabire. Ama tavır rutin.  Ya salınacağını bilen pişmiş kelle, yaptığından mağrur bir dik baş tutuşu, ya da öfkesi burnunda nereye saldıracağını bilmeyen yeni hedef arayan birisi.


Adamın doğasında bir kere yaptığı kötülüğü kötülük olarak görmeme var, neden pişman olsun. Kötülüğünü örten kendine göre bir gerekçesi muhakkak var. Yaptığı iş kendine kötü görünmeyene bu kötü demekle bunu kabul etmesi zor. Hatta, kötülükten övünmezse şaşmayın. 


Aslında kötülük esiri olanların ortak bir noktası var…İnkaaaar, savunma ve sonra saldırı.  Sorumluluğu başkasının üzerine atarlar. Kötülerin ortakları vardır böylelikle her zaman yanlarında topun ağzına konacak birileri bulunur. Bunlar, birbirlerinin başkaları tarafından bilinmesini istemedikleri mahrem bilgilere sahip oldukları için birbirlerine yaslanırlar.  Aslında kendilerine en zararı verecek kişide kötülükteki ortaklarıdır. 


Kötülüğe nasıl başlar insan…Ufaktan ufaktan.  Engel yaşamazsa kötülüğün derecesi ve şekli değişebilir. Tipik özellikleri arasında sevgisiz olmaları, zarar verdiklerinin yerine kendilerini koyamamaları, hatasız olduklarına inanmaları.


Kötülük yaparken aslında ne kadar gizlide kalmak isteseler de bir yandan yaptıklarının bilinmesinden haz alırlar. 


Sonları yok mudur bunların. Elbette…Kolay çözülürler…

Ancak kötü bir haberim var. Zalim ve kurban arasındaki korelasyonun %30 civarında olduğunu bulan bir meslektaşım var. Yani her mazlum kurban bir gün zalime dönüşebilir.  

O zaman daha çok pişmiş kelle görecek gibiyiz.

6 Nisan 2015 Pazartesi

Çalışılmış başarısızlık

Anlamaya çalışma işini bir kenara bırakalı çok oldu...Ama hala kırıntılardan olsa gerek kendimi neden böyle oluyor sorusu üzerinde düşünürken yakalıyorum. Herhalde daha tam dönüşemedim.  Birkaç nöron daha koptuğunda diğerleriyle mükemmel  benzer bir kopya olacağım..O zaman hayat daha rahat geçecek herhalde.  Sonuçlar üzerinde gidecek olursam bu kadar "kötü" haber, durum, yorum, analiz, gidişat vb tesadüfi olamaz diye düşünüyorum. Burada "çalışılmış başarısızlık" unsuru devreden hiç çıkmayacak mı? Bu kadar kötü sonuç kader olamaz sanırım, istem dışı ortaya da çıkamaz. İstiyoruz bunu ve sonuna kadar da hak ediyoruz.

31 Mart 2015 Salı

Nitelikli olmamak için 7 neden?

Nitelikli olmamak için 7 neden?

Daha çok dışlanırsın
Daha zor iş bulursun
Yükselmek için daha çooook beklersin
Tereyagindan diğerleri kıl çekmenin zevkine varırken  seni nal toplamaya gönderirler
Oklavanın altı hep sana
En zor seni alırlar en kolay senden kurtulurlar
Paspas olursun boy boy sererler,
Çamuru eksik kalmayan çamurluk olursun...

Acayip severiz biz...

Anneler günü yolda...Çok başkadır sevgimiz: Anam avradım ol...ki (bu kadar seviyesizliğe Ingilizce karşılık bulamıyor)

Babalar günü yolda...Onlara da hak geçmesini istemeyiz...Bu devirde babana bile güvenmeyeceksin.. Denizden babam çıksa ...

23 Nisan yolda...Onları da bir severiz ki üf. ..Dünya Çocuk tacizinde. .in önde gideniyiz (: Kızını dövmeyen...

Ecdadımıza bayılırız. ..Örneğin: Ecdadını   sev...diğim. .Ebeni se..iyim. ..

Gençlik bizim için çok önemli. ..Ağaç gençken eğilir ..

Taş en yakınından gelir...Besle kargayı oysun gö.ünü...yani
Dost-akraba çok önemli. ..Para dosttan kazanılır. ..

Din bizim için çok önemli. ..Abi-din, ne de - din?  Din -le Camiden kim halı çalıyor acaba?

Nam US dan öncelikli dir bizde...Namın yürüsün yeter. ..

Yeniliklere açık olalım

Yeniliklere açık olalım > >olog  önemli bir ek.

Krizolog: Laf kalabalıkligiyla gerçeklerin üstünü örten kişi

Ideolog: Artık doktorali biliminsani

Ekranolog: Ekrandan dünyayı  güllük Gülistan görmek isteyen muptela

Ademolog: Ademin Zaaflarını bilen kişi

Darbelog: Deliğini matkap darbesiyle actirmayi sevenler

Biliyorolog: Herşeyi bilen kişi

Olüolog: Konusmayacak ölüyü her türlü  konuşturan munafik

Korkolog: Bulaşıcı bir hastalık olan korkuyu çalışan,yayan kişi

Neolog: Her eskiyi yeniye dönüştüren Simyacı

Şaşolog: Kötü kedi Şerafettin tarafından opulen

Gömolog: Deri değiştirme ustası

Yemolog: Yeme ustası

Demolog: Gösteri üstadı

Herbokolog: Her boktan anlayan kişi (Buseden)

16 Mart 2015 Pazartesi

Ayrıma gerek yok

Kültürleri doğu-batı diye ayırmak adetten. Bence gerek yok.

Kültür 1: Net değil. Bir gün dediğini diğer gün unutuyor. Kuralları yok kıvrak kıvrak raks ettiğini ve diğerlerin bunu yuttuğunu düşünüyor. Yetişkin iletişiminden daha çok ebeveyn iletişimiyle işi yürütüyor. Bağırmak adetten. Şark Kurnazlığı mı acep?

Kültür 2: Net. Kuralları var. İnsanlar onu "emin" biliyor. Çünkü sözü başka yerden değil ağzından çıkıyor. Kurnazlık yok.

Yer Gök Görev

"Yerimi bugün şuna bıraktım" hiç yakıştıramadığım bir cümle. Ancak görevler bırakılır, yerler kimsenin malı değil. Hem bazı yerler kolay dolmaz. İdareci olmak başka yönetici olmak ise bambaşka.  Eski yönetim yeni yönetim kıyaslaması ise gereksiz. Yeni eskiyi yok etmiyor ki onun üzerine inşasına devam ediyor. Herkes yetenekli...Lafa değil işe bakmak lazım...Yani tüm görüşlere sonsuz saygı duyuyorum ama eğitim camiasında çalışan biri olarak kim gelirse gelsin 3 göreve geldiğini düşünürüm hep: (1) öğrenciyi donatmak, (2) birimine, bilimine katkı yapmak, prestij kazandırmak, (3) bulunduğu bölgeye katkı yapmak. Mezuniyetten sonraki 5 yıllarına baktığımda birçok öğrencimin donanımına katkı yaptığımı görmekten son derece memnunum. Tabi ki tek başıma değil, katkı sağlayan tüm diğer arkadaşlarımla birlikte. 5 doktora öğrencim şimdi akademik hayatta, gayet faal ve başarılı işlere imza atıyorlar. Lisans ve Yüksek Lisans öğrencilerimden birçoğu kariyerlerinde parıldıyor. Madalyalar, Uçan şefler, sektörden en aranan okullar arasında yer almak...O nedenle gönül rahatlığıyla en temel görevimi yerine getirdiğime inanıyorum. Kaderine terk edilmiş bir yerleşkeden hizmet veren bir uygulama oteli çıkarmak, tüm sorunlara rağmen çoğu insana nasip olmayacak bir dönüşüm. Haz verici bir başarı. İlk yurt hizmeti, ilk uluslararası projeler, ilk uluslararası dergi, ilk aşçılık bölümü, Yüksekokulu Turizm Fakültesine dönüştürme süreci, yayında ilk 1000 e girme, okulunu ilk 100 e sokma...şükür bunları tasarlamak ve uygulamak nasip oldu. Yaratıcı etkinlikler, plaj şenlikleri, uluslararası organizasyonlar, ekmek çeşitleri, festivaller, zeytin hasatları...Bulunduğumuz yere güzel hizmetler ve fikirler...Çok güzel bir 10 yıldı.  Teşekkürler Üniversite.

3 Mart 2015 Salı

Sonradan Gurmelik

Kişinin bir şey oldum demesiyle başlıyor "yuvarlama". Gerçekte "oldum" demekle olunmuyor, başkaları sana olmuş dediğinde sanki daha doğru geliyor. Pek tabi ki bu başkaları "olmayı" değerlendirmeye ne kadar yeterli.

Sonradan görmelik gibi bir şey bu "sonradan gurmelik". Gurme olmak için ne gerek var bilmem ama en azından hobi düzeyinde bir ilgi, evde sıkıldığında kabak oymak, önlük giyip mutfak derslerine girmekle olacak bir iş değil. Oradan buradan bozma bir altyapıyla mutfak derslerine soyunmak tam anlamıyla cahillik ve gelecek hırsızlığı. Gıda mühendisi gastronomi bölümü benim der, finanscı kendine yontar, seyahatçi trende ayak uydurur. Uydurulan bu düzen içinde her şey vardır, bir tek gastronomi ruhu yoktur. Yemek yapmak değil ki, hele reçete hiç değil. Yazık, keşke bu iş doğru adımla başlasaydı.  Yaratıcılığın yıkımı. Bu kadar mı yaratıcı olur insan ve kendini olgunlaşmadan kabak çiçeğine eş değer sayar.