Öne Çıkan Yayın

Çocuklarıma öğütler...

Karşısındakinde gördüğün suç, sendeki suçun cinsindendir. Önce o huyu kendi tabiatından atman gerek. Sendeki çirkin huy, sana onda göründü. ...

31 Ocak 2014 Cuma

"Ben" olabilmek için bir "O" olmalı...

Görüyoruz ki devletlerinde insanlarında var olabilmesi için sadece kendilerine değil bir "karşı" tarafa ihtiyaçları var. ABD-Rusya, Çin-Japonya, Türkiye-Yunanistan gibi...Geçmişte de böyleydi gelecekte de böyle olacak. Yoksa bile bir "karşı" yaratılacak. Haksızlık karşıya yüklenecek ki, bir taraf arınacak...

Farklı olmak için farkın karşılaştırılacağı bir "karşı" gerekli. Kişi kendini savunurken, saldırırken bir karşı olmalı. Ancak bu karşı yaratma gayreti içinde asıl kaybolan ne? Bütün güzel oyuncakları çocuğunuza satın alırken, en pahalı okullarda onu okuturken çocuğunuza "dokunmayı" unutmak gibi. "Sen" dilini kullanırken diğerinin savunma düğmelerine bastığımızı unutmak gibi... Övülmeyi severken yerilmeyi de hazmedebilmek gibi. Diyalogdan kastımızın monolog olduğu gibi...

İnsan kendine neden bir karşı taraf yaratır? Hükmetmek yanıtlardan biri olabilir. Savaşmalıdır, zafer kazanmalıdır. Böylelikle takdir edilmelidir. İlkel bir dürtü ancak egemen ve yaygın olabilir.

Hiçbir şeye karşı olmadan yaşayabilir mi insan? Peygamber sabrı gerekir. Sanırım bu yaradılışa da terstir. Kör inanç istenmeyen bir durumdur. Sormak, sorgulamak en temel hazinesidir insanın.

Kırmadan, dökmeden yaşayabilir mi insan? Tek başına ise belki. Ama ya diğerleriyle birlikte yaşarken. Bu nedenle Üniversite yıllarında insan en sevdiği arkadaşıyla eve çıkmamalı. Kırıyor, döküyor, kaybediyor ve üzülüyor.

Var olana değil de neden yok olana yoğunlaşır insan? Sağlığın, evin, araban, işin, eşin, çocukların, arkadaşların var. Daha ne ister insan? Annen-baban hayatta ise annesi ya da babası bu dünyadan göçmüşlere göre, araban-evin varsa ülkede arabası-evi olmayanlara göre, maaşın varsa olmayanlara göre, çocukların varsa çocuğu olamayanlara göre, sağlıklı isen hastanelerde dertlerine çare arayanlara göre, koşabiliyorsan fiziksel engellilere göre kendini şanslı saymalı ve şükretmelisin. Sahip olduğuna karşı olma...

Aikido gibi karşı senin en büyük hazinendir aslında. En büyük korkusudur yeni doğan bebeğin "düşmek". Düşmemek için tutunmak ister. O nedenle sımsıkı yapışır karşının parmağına.  Bu korku yetişkinin de tüm hayatını yönetir biraz. Çaptan düşmek, gözden düşmek derken düşmemek ve dengede kalmak için uğraşır durur. Bir bebek gibi sımsıkı tutmak için başkalarını arar. Ararken ve tutunurken diğerlerinin de dengesini bozabilir oysa ki insan. O nedenle kime tutunduğunu iyi bilmeli. "Tutunacak Etek" olmak konusunda düşünmeli insan.

Bakar mısın? Trafik kazası geçiriyor. Yatalak yıllarca. Locked-in sendromuyla boğuşuyor. Sadece bir göz kapağını hareket ettirebiliyor. Bilinç tamamen açık ama vücut cevap vermiyor. Kendi vücudunda hapis. Her şeyi fark ediyor, hissediyor, sadece görebiliyor. Bu adam alfabedeki harflerin sıralarına denk gelen sayılar kadar göz kırparak kitap yazabiliyor.  Peki ya biz? Nasıl da boşa harcıyoruz zamanı değil mi?

Anne-babaya dahi karşıyız. Aramaya dahi üşeniyoruz. Oysa ki. Bir küçük video. Sahne de bir bahçe. Bir bank ve küçük oğul ve baba. Yan tarafa kuş konuyor. Oğul soruyor baba bu ne. Okuduğu kitaptan yavaşça o tarafa bakarak baba bu serçe diyor. Çocuk "ne" diyor baba "serçe". Tam 40 defa soruyor çocuk. Baba sevecen, sabırlı.  Kırk defa "serçe" diyor. Aradan yıllar geçiyor. Aynı bahçe aynı bank. Ama baba yaşlanmış, oğul genç delikanlı olmuş. Bu sefer babası soruyor. Daha ilk soruda oğul çıldırıyor. Değişen ne? En yakınımızı kırmada ki bu aymazlık neden? Dışarıya hoş görünmek için neden içindekini eziyorsun? Farkında mısın, içine karşısın.

Değiyor mu?



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder