Öne Çıkan Yayın

Çocuklarıma öğütler...

Karşısındakinde gördüğün suç, sendeki suçun cinsindendir. Önce o huyu kendi tabiatından atman gerek. Sendeki çirkin huy, sana onda göründü. ...

16 Haziran 2016 Perşembe

Fantazi: Bilinmez bir evrende bilinebilir bir hayat

İster istemez, salt merak gereği üzerinde sayısız değerlendirme ve yorumun yapıldığı "beyinle" biraz flörtüm oluyor.  Özellikle Erkek-Kadın Beynini Anlamak gibi kitapları okuduktan sonra, ki bir erkeğin beynini anlamak ve anlatmak için 350 sayfa yazmaya gerek yok, bir el ilanı a5 boyutunda yeterli!, beynin kıvrımları ve ürettikleri hakkında topyekun fikirlerim dönüşmeye başladı. Değişmediler ama yavaş yavaş dönüşüyorlar.

İnanma bağımlılığı (ben bunu kişi, olgu vb hakkında önceden var olan kişisel (ön-son)yargı diye tanımlıyorum) nasıl oluşuyor? Mesela bunu çok merak ediyorum. Yani kendimizden başka bir insan, ülke, cemiyet, toplum... hakkında yanlış olup olmadığını kati bir kesinlikle bilmemekle birlikte duyduklarımız ya da okuduklarımıza neden inanıyoruz da, gözümüzle gördüğümüz halde bir insan, ülke, cemiyet, toplum...hakkında  doğru olduğunu bildiğimiz yanlışlara ya da yanlış olduğunu bildiğimiz doğrulara kendimizi kaptırmaktan alamıyoruz. Kendimize çok mu güveniyoruz acaba?

Duyduğumuz, okuduğumuz ya da gördüğümüzü sandığımız bilginin kaynağının inanırlığı ya da ona beslediğimiz güven nasıl oluşuyor peki? Güvenmeyi nasıl öğreniyoruz ki (konuşarak, sarılarak, görerek, tadarak, yaşayarak, hissederek)? Güvenmeyi eğer çok iyi öğrendiysek eğer (big if) neden  hala sık sık yanlış yapıyoruz?  Hadi gel bakalım. Sokağın ortasında bir kişi bize Free Hugs yapsın. Kocaman arkadan-önden kucaklasın.  Düşünelim sevgili homo sapiens. Yanlış olan inanç hormonlar sadece saate, biyolojik ritme değil, davranışa, tene ve eyleme de tepki veriyorlar. Hemde öyle bir tepki ki, daha çocukluktan başlıyor bazı bağımlılıklar.

Kız çocuğuna sarıldığı kadar erkek çocuğuna sarılmayan bir toplum var diyelim. Risk almak, tehlikeli işler yapmak ve şiddet eğilimini hangi cinsiyete atfedersiniz? Genel geçer kanaat erkek olacaktır, değil mi? Bu hayali toplumda erkekler 2015’te 284 kadın ve yanlarındaki 19 çocuk ile 18 erkeği katletmiş. Bir önceki yıl  281 ölüm, 340 yaralama. Bir önceki yıl 214 ölüm, 164 tecavüz.  Gazete haberleri içeriklerine göre kadınların % 77 oranında tanıdıkları erkekler tarafından katledilmeleri  (103 kadını resmi nikahlı kocaları, 10’unu dini nikahlı kocaları, 37’sini sevgilileri, 20’sini eski kocaları, 13’ünü babaları, 9’unu kardeş/ağabeyleri, 14’ünü diğer akrabaları, 11’ini damatları, 1’ini eski damadı, 4’ünü kocasının ailesinden erkekler, 4’ünü nişanlıları, 6’sını eski sevgilileri, 6’sını oğlu, 9’unu arkadaşları ya da tanıdıkları erkekler, 4’ünü annesinin ya da kızının sevgilisi ya da kocası, 4’ünü arkadaşlarının yeni ya da eski kocaları ya da sevgilileri, 1’ini kocasının oğlu, 1’ini işyerinden bir tanıdığı, 3’ünü müşterileri, 3'ünü komşuları, 4'ünü tecavüzcü erkekler, 3’ünü ilişki teklifini reddettiği erkekler, 6 kadını hırsızlık amacıyla evine giren vb gibi erkekler, 1’ini tanımadığı bir erkek (Kaynak: Bianet)) bizi yine temel soruya götürmüyor mu? Güvenmeyi öğre(t)niyor muyuz?

Bazı insanların diğerinden daha kalpsiz, agresif, sadık ya da güvenilir olması aile terbiyesiyle açıklanabilir mi? Bir zamanlar (gençlikte agresif olan) yaşlı erkekler kolektif olarak neden daha az agresif ? Acaba bu bir kuşak meselesi mi? Güven reseptörlerimiz olduğu kesin. Bir işaret, bir söz bir davranış karşımızdakine güvenmemizi sağlıyor. Yani daha denemeden güveniyoruz. Daha birlikte yaşamadan güveniyoruz. Büyük ihtimal burada anahtar DOKUNMAK, TEMAS.

 Annelerimizin süt verirken hissettirdiği yakınlık, sıcaklık ve sükunet halini  arıyoruz. Belkide bir dokunuşta, bir bakışta, bir temasta. Bunun illa fiziksel olmasına gerek yok. Sözler de dokunabiliyor insana.

Yani dokunmuyorsanız çocuğunuza gelecekte olabilecekleri listeleyim:

  • Büyük ihtimal büyüyünce bağlanma korkusu yaşayacak
  • Başka bir ihtimal sık sık eş değiştirecek
  • Diğer korkunç ihtimal empati yoksunu olacak ve hep stresli kalacak...
  • Sağlıklı ilişkiler kuramayacak
  • Arkadaşlar edinemeyecek
  • İyi anne-baba olamayacak.


Özetle, 100 kişiden sadece 8'inin diğerine güvendiği bu hayali ülkede Kevin Zaborney'in Ulusal Sarılma Gününün icadı (21 Ocak) çok anlamlı.

Gaye iyi ama süre yetersiz.

Hadi gün içinde bir saati sarılma anı ilan edelim mi?

Güvenmeyi ve nasıl güvenemeyeceğini çocuklarımıza tenimizle aktaralım mı?

Kendine de faydalı: 4 sevgi dolu kucaklaşma ile günü atlatmaya, 8'le kendini onarmaya fırsat yarat.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder